Erhan Karaesmen Hoca İle Söyleşi: “Sinan Teması Üzerine Çeşitlemeler” Kitabı

Koca Sinan Hakkında

Erhan Karaesmen Hoca İle Söyleşi: “Sinan Teması Üzerine Çeşitlemeler” Kitabı

Koca Sinan’ın Türk yapı sanatı ve kültürüne olağanüstü katkıda bulunmuş büyük bir mimar-mühendis olduğu biline gelir.

Yapı ve sanat tarihi, bakış açısından, mimarlık ve mekan düzenlemelerini değerlendirme çerçevesinde Sinan Olayı’na hayranlıkla yaklaşımı biline gelir. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’nun genel gelişme çizgisindeki doruk dönemini temsil eden 16. yüzyılın yorumlanması amacıyla yapılan çalışmalarda Koca Sinan’ın adı hep geçmiştir. Dolayısıyla Sinan konusunda bir bölümü kitap boyutunda olmak üzere çeşitli yayınların mevcut olduğu bilinmektedir. Bu yayınlara çok yakınlarda önemli ve anlamlı bir katkıda daha bulunulmuştur.

Tarihi yapıların yapısal davranışı üzerindeki çalışmalarıyla ülkemizde ve dünyada saygınlık kazanmış ve Sinan’ın sanatı alanında da çeşitli yayınları bulunan Erhan Karaesmen hocanın müellifi olduğu yeni bir ürün ortaya çıktı. “Sinan teması üzerine çeşitlemeler”. Mimarlık ve mühendislik camiasında genel entellektüel çevrede ilgi uyandırmış olan bu yapıt ile ilgili olarak Erhan hoca ile kapsamlı bir söyleşi yapmakta yarar gördük.

Yapı Dünyası: Sinan Sanatı’nın üstünlükleri alanında çoğu yabancı dillerde olmak üzere epeyce yayınınız olduğu biliniyordu. Şimdi 300 sayfalık kitap olduğu bilinen kapsamlı bir yayınla karşımıza çıkıyorsunuz. Bu eski yayınlarınızın toplu bir özeti mi; yoksa yeni, farklı yorumlar dizisi yapmayı mı hedeflediniz?

Erhan Karaesmen: Yapı tarihinin insanlık tarihi kadar eski olduğu biline gelir. Mağaranın içinde mekan büyütmek için duvarların yüzeyinin kazılması ve dışarıdan gelecek tahribata karşı mağara girişine iri taşların yan yana getirilmesi ile kapıya benzer birşeylerin yapılması; inşaat, mühendislik ve mimarlık anlayışının birlikte yansıdığı ilk yapım faaliyetleri olmaktaydı. Giderek bireysel düzeyde, daha sonra grup halinde yaşamın belirlediği ihtiyaçlar, yapı işlerine yeni büyük boyutlar ve anlamlar getirmiştir. Böylece günümüzün yüzlerce yükseklikteki bina kulelerine, binlerce metre uzunluktaki köprülerine varılmıştır. İnsanoğlu bireysel yaşamın ve sosyal yaşamın yapı işinin bazen tamamen içinde bazen de dışında olmuş; dışında kaldığı durumlarda da en azından hep ilgi göstermiştir. Dolayısıyla içinde mimarlık ve yapı mühendisliği gibi iki önemli komşu disiplini barındıran yaygın ve yoğun yapı etkinliklerine tanıklık edilmiştir. Malzeme ve yapım teknikleri gelişmiş, değişmiş yeniliklerle zenginleşmiştir. Ancak bu sürekli gelişme çizgisi üzerinde bazı kilometre taşları, yapı sanatının sadece teknik değil düşünsel boyutlarını da kapsayacak biçimde yer alır. Bazı durumlarda geçmişin özetini ve geleceğe dönük mesajların ip uçlarını birlikte yakalama olanağı bulunur. Sinan bu kilometre taşlarından biridir. Geleceği aydınlatıcılığı olağanüstü olmuştur. Ayrıca kendi çağının akışı içinde sürekli çoğulcu bir çeşitliliğin kaynağını oluşturmuştur. Bu çeşitlilik Sinan’ın kişi olarak az bilinen yapısındaki renkliliklerin hatta bir miktar fantazilerin ürünü olduğu hissini vermektedir. Ya da en azından benim dahil olduğum küçük bir grup özel yayıncıya bu hissi veregelmiştir. Dolayısıyla Sinan’ın sanatını derinlemesine algılayabilmek için bu çeşitliliğin karmaşasına bir miktar dalmak gerekiyor. Batı ülkelerinde yaşadığım dönemlerden başlayarak tarihi eserlerin yapısal davranışına olan ilgi ve merak alanımı otuz yılı aşkın bir zamandır özellikle Sinan yapılarıyla yakından ilgilenerek geçirdim. Aşamalı olarak Sinan Olayı’na kafa yorduğumda büyük ustadaki hınzırca çeşitliliğin olağanüstü renkliliğini daha fazla fark ettim. Mimarlık ve yapı sanatının yanı sıra diğer sanat dallarıyla da yakından ilgili olduğumdan, Sinan Sanatı’nın çok yüzeyliliği ve renkliliği beni daha fazla çekti. Yakın dönemlerde bazı yabancı dillerdeki yayınlarımda ve konferanslarımda, bu renk hareleriyle süslü çoğulculuğun yorumlarını yapmaya çalıştım. Sonuçta ortaya bu kitap çıktı. Kitabın adında yer alan çeşitlemeler kavramı; Sinan Olayı’nın karmaşık dokusu içerisinden değişik kesitler alarak bazı konulara daha yakından bakma gereğini çağrıştırıyor. Zaten öyle oldu; kitap klasik bir sanat tarihi ya da bir büyük adamın yaşamı ile ilgili biyografi denemesi niteliğini hiç taşımadı.

Yapı Dünyası: Sizin de ifade ettiğiniz gibi, çeşitli sanat dallarına ilginiz bulunduğu biliniyor. Ancak bu ilgi alanı herkesçe kabul edilmişken siz eserinizin bir sanat tarihi metni olmadığını ifade ediyorsunuz. Bu konuyu biraz daha aydınlığa çıkarabilir miyiz?

Erhan Karaesmen: Edebi denemeler tanımına girer mi, girmez mi bilemiyorum. Ama ilk gençlik yıllarımdan beri hep bir şeyler yazmışlığım vardır. Müzik ve plastik sanatlarının çeşitli alt dallarına olan merakım, özellikle yabancı ülkelerde yaşadığım uzun yıllarda gelişmesiyle amatör yazarlığım kendi içinde yeni bir boyut kazandı.

Sanat konularında pek çok deneme yazısını elbette çoğu Türkçe ama bir bölümü Fransızca ve İngilizce olarak kaleme aldığımı hatırlıyorum.

Bir sanatsal olayın kritiği ve yorumlanmasıyla ilgili yazıların yanı sıra, sanatsal yaratıcılığın kökleri ve temel felsefesiyle ilgili kendimce kafa yorup birşeyler yazdığım da olmuştur. Bu yazılarda kaçınılmaz olarak bazı sanat dallarındaki tarihsel gelişmelerden söz edildiği onlara referanslar verildiği elbette olurdu. Ancak benim oralarda yaptığım, hiçbir zaman bir disiplini sanat tarihi içinde inceleme ve araştırma olmadı. Sanat tarihi bizim ülkemizde çok küçümsenir olmakla birlikte, diğer bazı iklimlerde ciddiye alınan vicdani ve entellektüel sorumluluğu bulunan yoğun bir uğraş alanıdır. Az sayıda da olsa bu sorumluluğu yerine getiren yetkin kişiler bizim ülkemizde de mevcuttur. Salt sanat tarihi bakış açısından o uzmanların söyleyeceği elbette farklı şeyler olacaktır.

Benim yapmaya çalıştığım; Sinan Olayı’nın kendi hayatiyet fışkırıcılığı ve çok sayıda değişik yüzey sunuculuğundan hareketle, orada birşeyleri mıncıklamak ve yoğurmak biçiminde bir faaliyet oldu. Metni okuyan uzmanlık dünyasından ya da entellektüel birikim sahibi epeyce bir kişinin bazı küçük eleştirmeleri ve hatırlatmalarının yanı sıra kitabın genel havasını epeyce sevmiş oldukları izlenimine vardım. Bu elbette bana çok kıvanç verdi. Çeşitli yayın organlarında kitabı ve diğer sanatsal yayınlarımı da kapsayacak şekilde dostane yayınlar çıktı. Sizin derginizde de benimle ilgili hazırlamakta olduğunuz yazının bu nitelikte olduğunu düşünüyor ve ondan da kıvanç duyuyorum.

Yapı Dünyası: Kitabın adı çeşitlemeler kavramıyla kuvvetli bir bağlantı içinde gözüküyor. Bunu biraz açıklayabilir misiniz?

Erhan Karaesmen: Sinan Olayı’na klasik bir biyografik yaklaşımla ulaşmanın yetersiz olacağını hep düşünmüşümdür. Koca Sinan olağanüstü bir fantazi zenginliği ve kişilik renkliliği içinde var olmuştu.Hangi tarihte hangi işi nasıl yaptığı bilgisinden çok, içinden gelen yaratıcı dürtülerin ürünlerine yansıyış biçimi, bana, daha önemli ve anlamlı görünmüştür. Ürünlerinin mimarlık-mühendislik yönünden başarılı oluşu, bu renklilik ve fantazi dolu yaratıcılığı ile bağlantılıdır. Dolayısıyla olayı bu bakış açısından giderek deşmenin daha anlamlı ve çeşitlemeci olacağını düşündüm. Önceki yayınlarımda, pek çoğu yabancı dillerde olmak kaydıyla serpiştirilmiş bulunan, değişik saptamaları bu kez toplu olarak Türkçe bir kitabın çerçevesinde gözden geçirip kesinleştirmeyi denedim. Böylece “Sinan teması üzerine çeşitlemeler” kitap başlığı kendiliğinden ortaya çıktı. Koca Sinan ile ilgili bilinenlerin bir bölümü kesinlikten zaten uzaktır, içinde yakıştırmalar, abartılar bol miktarda yer alır. Bizim kitabın metninde de yakıştırmaya yakın olduğu düşünülebilecek bazı betimlemeler ve saptamalardan söz edilebilir. Ancak bunların sanat-kültür olgularıyla yakından ilgili ve onlara saygılı bir duyarlılık içinde yaklaşan, ama aynı zamanda da deneyimli bir mühendis olarak rasyonel düşünmeye alışmış bir kişinin uygun bir sentezleme yapabilme şansı daha yüksek olabilirdi. Bu şansı belli ölçüde kullanabildiğimi sanı- yorum. Dolayısıyla fantazi yakıştırma gibi görü- nen betimlemelerde bile belli bir rasyonellik bulunduğu söylenebilir.

Yapı Dünyası: Kitapta çeşitlemeler kavramından hareketle gerçekten birbirinden epeyce farklı konular ele alınmış. Metnin bölüm başlıkları da bu farklılıkları yansıtacak biçimde seçilmiş gibi duruyor. Bu konuda açıklayıcı bilgiler verir misiniz?

Erhan Karaesmen: Kitap sadece mühendisler, mimarlar ve teknik elemanlar için değil, okumaya meraklı, sanat-kültür ilgisi sergileyen başka mesleklerden yurttaşlar tarafından da okunabilmesi amacıyla hazırlandı. Teknik dünyanın dışında diğer mesleklerden okurların belli ölçülerde ilgi gösterdiği, yayıncı kurumumuz inşaat mühendisleri odasından bana zaman zaman iletiliyor. Elbette memnun oluyorum. Teknik olmayan çeşitli yayın organlarında da kitapla ilgili bilgiler ve benimle yapılmış röportajlar yayınlandı. Bizim teknik dünyamızdan da okuyanlar bulunduğunu, zaman zaman gelen tepkiler ve yorumlardan memnuniyetle öğreniyorum.

Dar alanda bir uzmanlığı yansıtır gibi gözüken bir konuda ilgi çeşitliliğinin oluşması, sanırım ele alınan konuların farklılığından da ileri gelmiş olabilir. Okuyucunun göstereceği tepkiyi fazla hesaba katmaksızın böyle bir farklılık olmasını, metnin müellifi olarak ben arzu ettim. Çünkü Sinan Olayı’nı değişik pencerelerden ve perspektiflerden bakarak daha iyi kavranabileceğini düşünüyordum. Öncelerde makale ve rapor türünden yayınlarımda ki küçük metinler bu düşüncenin ışığında hazırlanmıştı. Bu kez kitap boyutunda daha büyük metni bu anlayış içerisinde hazırlarken, çeşitlilikler ve farklılıklar ayrı bölümlerde kendini göstermiş oldu. Büyük Adam’ın çok bilindiği varsayılan bir Selimiye’si ile çok daha az ve belli belirsiz bilinen Edirne Kapı Mihrimah Sultan Camileri farklı bakış açılarından ve ayrı ayrı ele alındı. Mihrimah Sultan Cami üzerinde tez konusu olacak biçimde de yaptığımız analitik model ve çözüm çalışmaları; sahip olduğu benzersiz mimari zerafete karşın, şiddetli bir depremde hasar görebilme riskinin de bu binada az miktarda görülebileceğini ortaya koymuştur (17 Ağustos 1999 depreminde gerçekten bazı küçük hasarlar gözlendi). Bu teorik ve analitik çalışmaların metnin akışı içinde fazla mühendisçe bir kesit yaratmaması için onları sondaki ek bölümüne koymayı uygun gördük.

Sinan kubbelerinin mucizevi mimarlık ve mühendislik üstünlüğünün İtalyan rönesansının büyük ustalarının eserleriyle karşılaştırılmasında da yarar bulunuyordu. Böylece buradan da farklı bölüm başlığı ve metin parçası ortaya çıktı.

Yapı Dünyası: Yabancı uzmanlık dünyasında Sinan Olayı’nın eksik hatta bazen yanlış kavrandığı konusunda metnin içinde deyimler serpiştirmişsiniz. Dış dünyanın özellikle batı dünyasının Osmanlı teknolojisi ve Sinan Olayı’na bakışlarıyla ilgili düşüncelerinizi biraz daha genişletebilir misiniz?

Erhan Karaesmen: Bu tür bir sorunun cevabı karmaşık spekülasyonlara da yol açabilecek biçimde çok geniş kapsama gidebilir. Aslında, karmaşık spekülasyonlar dış dünyadaki uzmanların genelde “Türk Olayı’na”, daha özelde Osmanlı kültür ve teknolojisine bakışlarındaki çarpıklıktan ileri gelir. Batı uzmanlığı perspektifinde Türk, az bilinen bir miktar muammalı ve daha çok bilinmesi için de özel gayret sarf etmeye değmeyecek bir etnik oluşumdur. Orta Asya’da bir yerlerde Moğollarla ve Çinlilerle didişerek kırsal yaşam ağırlıklı bir yaşam sürdürmüş bir kavimler grubudur. İklim değişiklikleri; göllerin, nehirlerin ve onların çevresindeki nispeten verimli sayılabilecek arazilerin kurumasına yol açmıştır. Sonra yıl içinde bu kavimin insanları oralardan yola çıkıp daha uygun doğa ve yaşam koşullarının sergilendiği diyarlara doğru göç etmişlerdir. Batılının bu şemalaştırılmış eski dönemlere yönelik yaşam öyküsü kısmen doğrudur. Ancak Türk kavimlerinin göçten önceki yaşam biçimi ve ulaştığı toplumsal düzey son derece küçümsenerek özetlenegelmiştir.

Kendi ülkesinde ve uluslararası çevrelerde saygınlığa sahip Fransız tarihçi Jean Paul Roux, Türk tarihinin bu başlangıç dönemiyle ilgili ve sonraki aşamaları üzerinde daha gerçekçi, daha az yukarıdan bakıcı ve dostane bir metin üretmiştir (L-Histoire des Turks). Kendi türünde belki de tek sayılabilecek bu batı kaynaklı dokümana son yıllarda, bereket versin, Türkiye içinden de gösterilen entellektüel bir gayretle hem İngilizce hem Türkçe yayınlanmış bir temel dokümana daha eklenmiştir. (Değerli ve sevgili gençlik dostum ve uluslararası saygınlığa sahip fotoğraf sanatçısı Ergun Çağatay, sanat tarihi bakış açısından anlamlı katkılarda bulunan Doğan Kuban hocanın da yardımıyla “History of Turkish Speaking People” adlı bir yapıt yayınlanmıştır.)

Roux’un ve Çağatay’ın yaklaşımları dünyanın belli bir bölgesinde Türkçe dilinin yaygın biçimde kullanılmış olduğuna dikkat çekmektedir. Dili bu derece yaygınlaşmış kavimler grubunun uyuyan bir toplumsal yapıya sahip olduğunu düşünmek zor değildir. Ancak bu olgu klasik Batı Avrupa kültüründe ve sonrasında da Amerikan uzmanlık anlayışında büyük ölçüde ıskalanmıştır. Bu küçümseyici umursamazlık Orta Asya’dan batıya doğru yönelen göç hareketinin aktörleri içinde sergilenmiştir. Günümüzün Macaristan ve Finliye’sine doğru göç hareketi gerçekleştirenler nispeten belli bir ilgiden nasiplerini almışlardır. Ama Hazar Denizi’nin güneyinden ve batılılar için az bilinen çapraşık coğrafyalardan geçen Selçuklu göç hareketi bu ilginin tamamen dışında kalmıştır. Sayıca çok az sayıdaki özel sanat ve mimarlık tarihi uzmanının dışında, kimse, Selçuklu’nun İran’dan geçerken İsfahan’ın kentsel gelişmesine yaptığı katkılar daha sonrasında Bağdat’ın imar hareketlerinde yükümlendiği roller üzerinde durmamıştır. Selçuklu göçünün bir bölümü Mezopotamya üzerinden Anadolu’ya ulaşırken bir diğer bacağı da Bahr-i Memluk Mısır’ına uzanmış bulunuyordu. Selçuklu tarihine geçecek Spektaküler Meydan Savaşları ve kudretli devlet yapısı izleri bırakmadığı için bizim kendi tarihimizce de gölgede tutulmuş gibidir. Hemen arkasından gelen güçlü Osmanlı varlığı, Selçuklu’yu biraz daha unutturarak tarihin diplerinde bir yerlere yollamış bulunmaktadır.

Orta Asya’daki toplumların varlığına ve sonraki göç dönemlerinin öncüsü Selçuklu’nun özelliklerine umursamaz kalmış batıda Osmanlı’ya da batıya doğru yaklaştıkça ve Bizans’la haşır neşir oldukça uygarlığı yakalamış bir uzak diyarlar kavimi gözüyle bakmıştır. Osmanlı 16. yüzyılının gemi, silah ve çeşitli teknik araçlar teknolojisine ulaştığı yüksek çizgiye de pek az ilgi göstermiştir. İstanbul adının, Bizans ve/veya Constantinov olmaktan çıkışı bile 20. yüzyılı beklemiştir. Bu çerçevede mimarlıkta ve yapı sanatında Sinan’ın ulaştığı benzersiz üst düzey, hak ettiği ciddiyetle izlenmemiştir. Gerçi İtalyan rönesansı döneminde İstanbul’un imar hareketlerini izlemek üzere Roma’dan zaman zaman batı uzmanlarının gönderdiği bazı dokümanlarda kaydedilmiştir. Ancak Mikelangelo’dan Palladio’ya uzanan çizgi üzerinde Sinan kubbelerinin ne ifade ettiği üzerinde literatüre dökülmüş görüşlerin netleşmediği bilinmektedir. Bu gerçekleri göz önünde tutarak; Sinan’la ilgili çeşitlemelerin bir bölümünde İtalya’daki bazı önemli kubbeli yapılar ile Sinan’ın kubbeli büyük binalarının belli bir karşılaştırma mantığı içinde verilmesinde yarar görülmüştür. Burada Sinan kubbelerinin dünyadaki en önemli ve en güzel yapılar olduğu biçiminde ucuz milliyetçi savlara yer verilmesi söz konusu değildir. Ancak kubbe sanatında Sinan’ın bulunduğu yerin farklı ve özel bir pozisyona sahip olduğunun altının çizilmesi gerekiyordu. Bu gerek yerine getirilmiştir.

Erhan Karaesmen’e göre; “bir toplumun ve devletin gücü, gelişmişliği bina, köprü, sur, anıt, amfitiyatro ve spor tesisleri gibi yapıların görüntüsüyle sergilenir. Bir dönemin varsıllığı, ihtişamı, görsel zevk gelişmişliği toplu ve karmaşık biçimde yapılarında kendini gösterir. Koca Sinan’ın yapıları 16. yüzyıl Osmanlı kudretinin dışa vuruşudur. Bunlar iki dev adam Süleyman ve Sinan’ın “sultan” ve “sermimar” kimlikleriyle gerçekleştirdiği o harika tarihsel buluşmanın ürünleridir. “Karaesmen hocamız, bu tarihsel gelişim içerisinde Koca Sinan’ın çocukluğu, sermimar oluşu ve eserlerini ayrıntılı ve çok akıcı bir üslupla dönemin tarihi yapısı ile çok usta bir şekilde değerlendirerek bize bu kitabı kazandırmıştır. Bu kitap, Koca Sinan’ın öyküsünü mühendisliğin teknik boyutlarıyla sınırlı kalmayan, sanatsal, tarihsel, kültürel ve entellektüel ayrıntıları gün ışığına çıkaran ve anlatımından dolayı meslek camiası dışında yer alan birçok insanın da rahatlıkla okuyabileceği ve bilgilenebileceği bir eserdir.

Yapı Dünyası Dergisi 2009 Sayı: 161 de yayımlanmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir