Tripoli Macerası

Tripoli Macerası…

47 Yıllık Bir Mimarın Meslek Anıları – 3

Sezar AYGEN, İTÜ, Yüksek Mimar

1978 yılıydı Libya’nın Bayındırlık Bakanlığı’na yapmış olduğum müracaattan yaklaşık 2-3 ay kadar bir zaman geçmişti ki bir gün, büromda Tripoli’den gelen büyük bir zarfla karşılaştım. Doğrusu ya, oldukça da şaşırdım. Özellikle açıp okuduğumda…

Mektup, bir takım donelerin eşliğinde bir davetiyeydi. Tripoli yakınında yapılacak “Al Fatah” Üniversitesi kampüs binaları için projelendirme çalışmalarının başlayacağını, bu iş için çeşitli ülkelerden Mimarlık-Mühendislik firmalarının davet edildiğini, gerekli görüşmelerde bulunmak üzere Tripoli’deki Bayındırlık Bakanlığına başvurmamın gerekliliğini anlatmakta, Firmamız yetkilisini Libya’ya çağırmaktaydı.

O günlerde Türkiye’den Tripoli’ye uçak seferleri yoktu. Alitalia hava yollarından bir bilet temin ettim, önce Roma’ya geçtim, aktarmadan sonra da Tripoli’ye…

Libya’da, bu gün ki gibi, Kaddafi hakimiyeti sürmekteydi. Dış ilişkilerinde henüz tam bir gelişme de olamamıştı. Tripoli’de tek bir otelin var olduğunu, onda da yer bulabilmenin olanaksızlığını bana yolda tanıştığım bir Türk müteahhitlik firmasını yetkilisi anlatmış, beni kendi misafirhanelerinde ağırlamak istediğini bildirmişti. O koşullarda, böylesine nazikane bir daveti red yoluna gidemezdim. Birlikte misafirhanelerine gittik ve orada tertemiz bir odada misafir edildim, ağırlandım.

Hemen ertesi gün doğruca Bayındırlık Bakanlığına gittim ve yetkililerle görüştüm. Ek belgeleri alıp gerekli imzaları verdim ve misafirhanedeki odama kapanıp istenilen formları doldurdum. Sabah olunca, yeniden bakanlıktaydım, gereken makama belgelerimi imza karşılığı teslim ettim. Böylece Tripoli’deki işlerimi tamamlamış oldum. Uçak gününe kadar kenti ve çevreyi gezmeye, öğrenmeye çalışacaktım, öyle de yaptım.

Ankara, Esenboğa terminal binasının o yıllardaki durumunu elbet ki hatırlayanlar çoktur. Uçağımız indiği zaman gittiğimiz pasaport kontrol ve gümrük muayene salonlarında yerler pis, hatta çamurlu olurdu. Eşyalarımızı yere koymadan gümrük muayene setlerine götürmeye çalışırdık. Her yanı ile bir Başkente asla yakışmayan bir terminal binasına sahiptik. Tripoli’deki terminal binasını görünce içim burkuldu, yüreğim yandı. İtalyanlar tarafından fevkalade kaliteli ve seçkin malzemeler kullanılmış, tertemiz bir işçilikle tamamlanmış, bakımlı mı bakımlı harika bir yapıydı. Hatta, “Hey Tanrım, bir zamanlardaki küçücük vilayetimizin terminal binasına bir bak ve bir de Esenboğa’ya, ondan sonra da yardımını esirgeme bizden.” diye söylendiğimi gayet iyi hatırlıyorum. Terminali kente bağlayan bulvar da çok düzgün, temiz ve bakımlıydı. Daha sonra gezip gördüğüm her cadde ve bulvarda olduğu gibi orada da devasa boyutlardaki Kaddafi portresi, refüjün üzerinde yerini almıştı. Tüm gazete ve mecmualarda Kaddafi’nin çeşitli resimleri bulunmaktaydı. Akşamları televizyon izlerken de hep Kaddafi ile karşılaştım. Örneğin haber saati mi? Yoksa bir reklam mı?, Ya da bir belgesel veya bir film mi?  Aniden kesiliyor, kamera bir yerlere zoom yapıyor, Kaddafi’yi bir şeyler yaparken gösteriyordu. Bir tek kanal vardı, onu da her şeyi olduğu gibi Kaddafi zapt etmişti.

Bir de “Türk Çarşısı” bana enteresan geldi Tripoli’de… Bir sur kapısından geçilerek giriliyordu çarşıya. Geniş bir bölgede oluşturulan daracık sokakların kenarlarına minik minik dükkanları doldurmuşlardı. Her ülkeden orada bulunanlar ve Libyalılar  tıklım tıklım o sokaklardaydılar. Ne ararsanız orada bulabileceğiniz kadar çeşitli mallar satışa sunulmuştu Türk Çarşısında. Baharatçılardan kumaşçılara, kasetçilerden manavlara, elektronikçilerden antikacılara kadar karma karışık bir yerleşim içersindeydiler. En çok Japonları (Her yerde olduğu gibi), Korelileri ve İtalyanları kalabalığın içinde seçebiliyordunuz. Bu arada Türklere pek de sempati ile bakılmadığını belirtmeliyim.

Tripoli’nin caddelerinde, sokaklarında bol bol dolaştım. Roma devri yapıtları izleyebilme fırsatını buldum. Ne yazık ki, bütün isteklerime rağmen, 2. Cihan savaşının ünlü muharebe alanı “El Alemeyn”i görebilme imkanını bulamadım.

Türkiye’ye döndükten sonra ihale işlemleri ile uğraşılara giriştim. Galiba bir ay kadar sonraydı ki, yine Libya’dan gelen, ilk önceki zarfın aynısından bir zarf daha aldım. Büyük bir heyecanla zarfı açtım. Belgeleri okuduğum zaman sevinçten uçacak hale geldiğimi gayet iyi hatırlıyorum. İlk defa bir uluslar arası ihaleye kabul edilerek yeterlik belgesi aldığımı bildiren haberdi beni sevinçten uçurtan. Belge, müracaatçı firmalar arasında bir eleme yapıldığını, seçilen 8 firma arasında benim firmamın da yer aldığını aktarıyor (Türkiye’den yalnızca benim firmam seçilmişti.), yeniden talep edilen çalışma, belge ve donelerle başvurmamın beklendiğini belirtiyordu. İstenilen çalışmaları yapmak, hazırlıkları tamamlamak son derece kolaydı benim için. Vakit kaybetmeden gerekli işlere giriştim… Tüm hazırlıkları kısa sürede tamamladım. İstenilen US $ karşılığı teminat mektubu için de İş Bankasıyla, ipotek karşılığı olmak kaydı ile anlaşmaya vardım. Bir tek eksiğim kalmıştı, teminat mektubunda “Devlet Garantisi” koşulunun yerine getirilmesi… Onu elde etmenin de pek zor olmayacağı kanaatini taşımaktaydım. Çünkü Devletimizin ve o gün ki Hükümetimizin politikalarında, dış dünyaya açılmak, açılanlara da yardımcı olmak esasları bulunmaktaydı.

Konumu, Hükümetimizin Başkanı Sn. Bülent Ecevit’e iletmeye ve ondan yardım istemeye karar verdim. Daha önceki yıllarda Hükümet Başkanı olan Sn. Süleyman Demirel’den  bir başka konu nedeni ile kolayca randevu alabilmiş olduğum için her hangi bir zorlukla karşılaşacağımı tahmin etmemekteydim. Derhal, Özel Kaleme müracaatımı, konumu da anlatarak ilettim. Yanıt kısaydı, “Sizi ararız”… Birkaç gün geçti ama beni arayan soran olmadı. Ben nerdeyse uyumadan telefon bekleyecek durumdayım tabii… Başvurumu yinelemek zorunda kaldım, meselenin öneminin altını çizerek. Yine, “Konuyu Sn. Başbakana ilettik sizi arayacağız” cevabı ile karşılaştım. Günler geçiyor, belgeleri teslim tarihi hızla yaklaşıyordu. Sonunda, bizzat giderek 3. kez hatırlatma gereği duydum. Sanırım 2 gün sonra arandım ve, Sn. Başbakanın yoğunluğu nedeni ile, baş danışmanının benimle görüşeceği haberi geldi ve randevu verildi. Dakikası dakikasına, randevu verilen Başbakanlık binasındaki odanın kapısındaydım. Ve hiç bekletilmeden buyur edildim.

Yaklaşık 45 dakika kadar, Sn. Baş Danışmana tüm ayrıntıları açıklayarak konumu izah ettim. Sözlerimi, “Gerekli her hazırlığı tamamlamış bulunmaktayım. Katılımcı diğer 7 firma, İspanyol, İtalyan ve Fransız firmalarıdır. Bu durumda ihaleyi benim kazanma ihtimalini çok büyük olasılıktır ve bu iş benim firmam için olduğu kadar Türkiye içinde önemli bir şans durumundadır.” diyerek bitirdim. Sn. Baş Danışman, (İsmini gayet iyi hatırlıyorum, ancak vermeyeceğim) bir süre düşündü ve bana, “İlgili mercilerle bir görüşeyim bakalım, isteğiniz mümkün olabilirse sizi yeniden ararım.” sözleriyle görüşmemizi bitirdi. Doğrusu, Başbakanlık binasından ayrılırken içim hiç de huzurlu değildi ama yine de ümitlerimi tümden kayıp etmemiştim. Böylesine ciddi ve önemli bir konuda, bir hükumet tümüyle kayıtsız bir tavır içinde bulunamaz, gerekirse özel bir yaklaşımda dahi bulunabilir diye düşünmekteydim.

Hikayemin sonucu, galiba bir çeşit ders niteliği taşımaktadır. Tabii ki aranmadım. Devamlı baş vurularım yanıtsız bırakıldı ve ne yazık ki firmam o büyük olanaktan mahrum kalmış oldu.

Peki sonra neler oldu ? Asıl ilginç yan, bu yaşadıklarımdan sonraki olaylardır.

Sn. Başbakanlık Baş Danışmanının marifet ve katkıları ile (Belki de Sn. Baş Danışmanın da ortak olduğu) bir “Devlet Müşavirlik, Mühendislik A.O.” oluşturularak derhal Libya Hükumetine müracaat edildi. Bu firmanın ortakları arasına, Türkiye’deki kap kaç düzeninden yararlanmak için kurulmuş, yine bir Devlet firması da eklendi. Libya ile temas edilerek “Al Fatah” Üniversitesi yapıları için teklif verme istekleri bildirildi. (Konu için, bol harcırahlarla yeni firmanın taze yetkilileri Tripoli’ye gönderildi.) Devlet düzeyinde yürütülen görüşmeler sonuç verdi ve yeni “Devlet” firmasının da teklif vermesi Libya Bayındırlık Bakanlığınca kabul edildi. Tekliflerini  hazırladılar ve verdiler.

İhale sonuçlandı…
Ve…
Ve ihaleyi Fransızlar kazandılar…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir