17 Ağustos Depreminin Dokuzuncu Yılında Türkiye Depremlerle Mücadelenin Neresinde?
Prof. Dr. K. Erçin KASAPOĞLU, Hacettepe Üniversitesi, Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi
Türkiye için maddi ve manevi çok büyük kayıplara neden olan ve tüm ülkemizi büyük yasa boğan 7.4 büyüklüğündeki 17 Ağustos 1999 Doğu Marmara depreminden buyana tam dokuz yıl geçmiş olmasına karşın Türkiye, depremlerle mücadele konusunda, bugüne dek, ne yazık ki bir arpa boyu bile yol alamamıştır.
17 Ağustos 1999 Doğu Marmara Depremi, toplumumuzda açtığı büyük sosyal, psikolojik ve ekonomik yaraların yanı sıra Türkiye’nin, özelde deprem, genelde doğal afetler politikasına ilişkin önemli bazı gerçeklerin de su yüzüne çıkmasına neden olmuştur. En önemlisi, başta Devletin ilgili kurumları olmak üzere tüm toplumun, depremlerle mücadele konusunda ne kadar bilgisiz, bilinçsiz ve hazırlıksız olduğu gerçeğidir. Bunun doğal bir sonucu olarak, söz konusu depremin bilançosu 30 bin ölü, 25 bin yaralı ve yıkılan 5 bin konut olmuştur. Deprem sonrasında oluşan iş gücü kaybı, bölgeye yapılan yatırımların azalması ve diğer dolaylı kayıplar birlikte değerlendirildiğinde ise, Türkiye’nin bu deprem nedeniyle uğradığı ekonomik kayıp, 40 milyon doları bulmuştur. Türkiye’nin bu deprem sonrasındaki tek kazancı, toplumun deprem konusunda, o güne kadar olduğundan çok daha fazla bilgilenmiş ve bilinçlenmiş olmasıdır. Ancak toplum, bu kazancına ve depremlerle mücadele konusundaki özverili yaklaşımına Devletten yeterli desteği ve katkıyı, ne yazık ki, görememiştir. Bayındırlık ve İskan Bakanlığının, çeşitli kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve özel sektör temsilcilerinin katılımı ile, 2004 yılında İstanbul’da topladığı Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk ve tek Deprem Şurası, bu konuda bir umut ışığı olmuş; ancak, büyük emek ve paralar harcanarak oluşturulan bu büyük organizasyon sonunda da yine ‘dağ fare doğurmuştur’. Çünkü, bu tür şura toplantıları sonunda, Hükümete ya da ilgili bakanlığa sunulmak üzere bazı somut kararların alınması gerekirken, Şura’nın hiçbir oturumunda hiçbir karar oluşturulamamıştır. Yalnızca toplantı sonunda, kim ya da kimler tarafından kaleme alındığı bilinmeyen, ancak Divan Başkanlığınca hazırlandığı sanılan bir ‘Şura Sonuç Bildirgesi’ bizzat Bayındırlık ve İskan Bakanı tarafından, bir basın toplantısıyla, kamuoyuna sunulmuştur. Dolayısıyla bu sonuç bildirgesine şura delegelerinin doğrudan bir katkısı olmamıştır. Ayrıca, söz konusu şura toplantısından bu yana da tam üç yıl geçmiş olmasına karşın Hükümet, depremlerle mücadele konusunda Şura Sonuç Bildirgesinde dile getirdiği ve hemen uygulamaya koyacağına dair söz verdiği kararların hiçbirini, bugüne dek, uygulayamamıştır. Bunun en önemli nedeni ise, depremlerle mücadele konusunda Türkiye de henüz bir siyasi iradenin oluşturulamamış olmasıdır. Oysa, siyasal irade olmaksızın depremlerle mücadelede başarılı olmak olanaklı değildir.
17 Ağustos 1999 depreminden sonra, depremlerle mücadele konusunda birçok yeni yasa çıkarıldı ve çok sayıda Hükümet kararnamesi yayınlandı. Ancak, gerekli alt yapı hazırlanmadan çıkarılan bu yasaların ve yayınlanan kararnamelerin hiçbiri uygulanamadı. Çünkü, Türkiye’de bu karmaşık mevzuatın ötesinde bir de yetki karmaşası söz konusudur. Türkiye’de depremlerle mücadele konusunda, Afet İşleri Genel Müdürlüğü, Teknik Araştırma Uygulama Genel Müdürlüğü, Yapı İşleri Genel Müdürlüğü gibi yasal olarak yetkili kurumlarımız varken, 17 Ağustos 1999 dan sonra Türkiye Acil Durum Yönetimi Genel Müdürlüğü adı altında yeni bir kurum daha oluşturuldu. Ancak, bu kurum da gerekli mali destek ve bilgili, deneyimli teknik eleman kadrosuyla donatılmadığı için hiçbir etkinlik gösteremedi. Keza, yine 17 Ağustos 1999 dan sonra oluşturulan Ulusal Deprem Konseyi de aynı nedenlerle etkisiz kaldı ve 6 Ocak 2007 tarihinde yayımlanan bir Başbakanlık genelgesi ile, sürpriz bir şekilde, lav edildi; ancak, bu güne dek, yerine yeni bir oluşum gerçekleştirilemedi.
Aslında, Türkiye’de depremlerle mücadele konusunda etkin olabilecek yasalarımız var. Ancak yasaların olması yetmiyor, bunların etkin bir biçimde uygulanması gerekiyor. Bugün Türkiye’nin her alandaki en önemli sorunu, mevcut yasaların etkin bir biçimde uygulanmıyor olmasıdır.
Hükümetlerin temel görevi, her şeyden önce toplumun can ve mal güvenliğini sağlamaktır. Depremlerle ilgili olarak da, can ve mal güvenliğini sağlamanın temel koşulu ise, hem mevcut yapıların hem de bundan sonra inşa edilecek yeni yapıların depreme dayanıklı olmasıdır. İnsanlar, içinde yaşadıkları evlerinin, çalıştıkları iş yerlerinin, çocuklarını gönderdikleri okulların, hastalarını yatırdıkları hastanelerin, trafikte üzerinden geçtikleri yoların ve köprülerin olası bir depreme dayanıklı olarak inşa edilmiş olduğundan emin oldukları zaman, deprem onlar için korkulacak bir olay olmaktan çıkacaktır. Çünkü, bileceklerdir ki herhangi bir depremde yapıları belki sallanacaktır ama yıkılmayacaktır; dolayısıyla canlarına ve mallarına herhangi bir zarar gelmeyecektir. Hükümetler de topluma bu güvenceyi sağlamakla yükümlüdürler. Depremlerle mücadelede başarının tek ve kesin ölçüsü budur. Bunun için de kaçak yapılaşmaya kesinlikle izin verilmemelidir. Mevcut yapı stokunun depreme dayanıklılığı ölçülmeli ve gerekli önlemler bir an önce alınmalıdır. Ancak, tüm bunları yapabilmek için Hükümetlerin, arkasında sağlam bir siyasal iradenin de bulunduğu bir depremlerle mücadele stratejisinin olması gerekir. Ne yazık ki, bugün Türkiye’de bunların hiçbiri yoktur.
Sonuç olarak Türkiye, maddi ve manevi çok büyük kayıplara neden olan ve tüm ülkemizi büyük yasa boğan 7.4 büyüklüğündeki 17 Ağustos 1999 Doğu Marmara depreminden buyana tam dokuz yıl geçmiş olmasına karşın, depremlerle mücadele konusunda, bugüne dek, ne yazık ki bir arpa boyu bile yol alamamıştır.
Aslında, 17 Ağustos 1999 Doğu Marmara depreminden sonra, Türkiye’deki depremle ilgili kamu kurum ve kuruluşları, üniversiteler, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve bazı yerel yönetimle, sınırlı olanakları ile, depremlerle mücadele konusunda olumlu bazı çalışmalar yapmışlar, projeler üretmişler; ancak, bu çalışmaların hiçbiri hedeflenen amaçlarına ulaşamamıştır. Çünkü, hem Hükümetlerden yeterli maddi desteği görememişlerdir hem de tüm bu çalışmaları koordine edecek ve uygulamaya koyacak bir üst kurum oluşturulamamıştır.
Marmara’nın tabanında oluşturulması planlanan ‘Deniz Dibi Rasathanesi’ önemli bir adımdır; kuvvetle desteklenmeli ve en kısa zamanda gerçekleştirilmelidir. Ancak, olabilecek olası bir büyük depremin olası zararlarını, can ve mal kayıplarını önleyebilmek ya da en aza indirgeyebilmek için öncelikle yapılması gereken işler ve alınması gereken daha acil önlemler söz konusudur. Öncelikle okul, hastane, köprü, tünel gibi kritik yapılarımızın tümü bir an önce elden geçirilmeli, olası bir büyük depreme dayanıklı olmayanlar, olanaklı ise takviye edilerek depreme dayanıklı hale getirilmeli; aksi halde, yıkılarak yeniden inşa edilmelidir.
Vatandaşlarımızında, belediyeler, İnşaat Mühendisleri Odası ya da Üniversitelerimizin İnşaat Mühendisliği Bölümleri gibi bu konuda yetkili kurumlara baş vurarak, içinde yaşadıkları evlerinin olası bir büyük depreme dayanıklı olup olmadığını kontrol ettirmeleri gerekir. Öte yandan, İstanbul’un bugün Arap saçına dönmüş olan trafiğide, bir an önce, olası bir büyük deprem sonrası ambulansların yaralılara, itfaiyenin olası yangınlara zamanında ve kolayca ulaşabilmesine olanak sağlayacak şekilde iyileştirilmelidir. Depremlerle mücadelede hiçbir zaman geç değildir. Çünkü depremlerin ne zaman olacağını önceden kestirme olanağı yoktur. O nedenle, beklenen olası bir büyük deprem hem hiç olmayacakmış gibi hem de hemen yarın olacakmış gibi düşünerek, alınması gereken acil önlemleri hiç zaman yitirmeden bir an önce almamız gerekir. Deprem uzmanlarınında, halk arasında gereksiz korku ve paniğe neden olabilecek uyarılarını medya aracılığı ile kamuoyuna yapmak yerine, bu konuda gerekli önlemleri almakla yükümlü ve sorumlu olan merkezi ve yerel yönetimlere yaparak onlar üzerine bir baskı oluşturmaları gerekir.
Depremlerle mücadele, insanoğlunun doğa ile olan bir mücadelesidir. Bu mücadelede insanoğlunu doğaya egemen kılabilecek tek güç ise bilimdir. O nedenle, bu mücadelede bilim adamlarımızın özverili çalışmalarına tüm insanlık olarak destek olmalıyız. Çünkü, bilim adamlarımız bu mücadelede er ya da geç başarılı olacak ve yakın bir gelecekte depremler önceden kestirilebilecektir. Nitekim, Amerika Birleşik Devletleri’nin Ulusal Havacılık ve Uzay Araştırmaları Kurumu (NASA) daki bazı bilim adamları, 6 Haziran 2008 tarihinde yaptıkları bir açıklamada, bir büyük deprem öncesinde, depremin olacağı bölgedeki atmosferin İyonosfer tabakasının elektrik alanında belirgin bir değişim gözlemlediklerini; bu değişimin, İyonosfer içerisinde 100 km yükseklikte uydular aracılığı ile belirlenebileceğini ve bunun o bölgede oluşabilecek bir büyük depremin önceden kestirilmesi çalışmalarında önemli bir veri olabileceğini ifade etmişlerdir.
İSTANBUL İÇİN NE YAPILMALI?
İstanbul olası bir büyük depreme hazır mı? değil mi? tartışmaları 17 Ağustos 1999 dan bu yana sürüp gidiyor. Bilim adamlarının ve yetkili ağızların bu soruya yanıtı ne yazık ki “Hayır”. Oysa, toplumun hemen her kesiminden bu konu ile ilgili kişi, kurum ve kuruluşların her biri kendi olanakları çerçevesinde bir şeyler yapmaya, İstanbul’u olası bir büyük depreme hazırlamaya çalışıyor. Ancak, tüm bu çalışmaları bir araya getirip bütünleştirecek ve somut sonuçların alınmasına olanak sağlayacak bir üst kurum ve organizasyon olmadığı için bu çalışmalar kendi dar çevreleri ile sınırlı kalmış, İstanbul’u olası bir büyük depreme hazır hale getirme hedefine bir türlü ulaştırılamamıştır. Bu hedefe ulaşabilmek için yapılması gereken en akılcı ve etkin yaklaşım, “Depreme Dayanıklı İstanbul” sloganı ile, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin organizatörlüğünde toplumun konu ile ilgili tüm kesimlerinin, merkezi ve yerel yönetim temsilcilerinin, ilgili meslek odalarının, sivil toplum örgütlerinin, yerli ve yabancı bilim adamlarının katılacağı ve her yıl düzenli olarak toplanacak bir uluslararası kongrenin düzenlenmesidir. İlk toplanacak kongrede öncelikle İstanbul’u olası bir büyük depreme hazır hale getirebilmek için yapılması gerekenler öncelik sırasına göre belirlenmeli; sonra, bunların hangilerinin toplumun hangi kesimleri tarafından ve nasıl yapılacağı; gerekli finansmanın nereden nasıl sağlanacağı karara bağlanmalıdır. Ertesi yıl yapılacak ikinci kongrede ise, önce bir önceki kongrede yapılması planlanan işlerin hangilerinin ne kadar yapılabildiği; yapılamayanların neden yapılamadığı; bunların da yapılabilmesi için alınması gereken önlemlerin neler olabileceği; bir sonraki yılda nelerin yapılacağı tüm ayrıntıları ile tartışılıp karara bağlanmalı; ve bu süreç, her yıl düzenli olarak toplanacak kongrelerde tekrarlanarak sürdürülmeli; böylece İstanbul, her geçen yıl depreme daha hazır bir duruma getirilmelidir. İstanbul gibi bir büyük deprem beklentisi içerisinde olan Amerika Birleşik Devletleri’nin Kaliforniya Eyaleti böyle bir süreci bundan 6 yıl önce başlatmış ve bugün Kaliforniya’yı olası bir büyük depreme %90 hazır hale getirebilmiştir. İstanbul’da bu akılcı ve etkili süreci mutlaka başlatmalı ve “Depreme Dayanıklı İstanbul” (DDİ) adı altında uluslararası kongreler serisinin ilkini hemen bu yıl organize etmeli ve bunu her yıl tekrarlayarak, İstanbul olası bir büyük depreme%100 hazır hale gelene dek sürdürmelidir. Bunun için henüz geç kalmış sayılmayız. Çünkü İstanbul’u etkileyecek olası bir büyük depremin ne zaman olacağını bugünden kestirmek olanaklı değildir. O nedenle, hem söz konusu deprem hiç olmayacakmış gibi; hem de hemen yarın olacakmış gibi düşünerek; bu konuda yapılması gerekenleri hiç zaman yitirmeden bir an önce başlatmak ve sürdürmek gerekir. Öyle bir projenin kamuoyundan da büyük destek göreceğini ve başarı ile uygulanabileceğini düşünüyorum.
Makale ©Yapı Dünyası Dergisi 2009 Sayı: 155 de yayımlanmıştır.