Nükleer Enerji Santrali Teknolojisine Sahip Olmalıyız
Ruhi TARKAN, İnşaat Yüksek Mühendisi, ODTÜ
Fosil Yakıtlar olarak;
• Kömür
• Petrol ve benzerleri,
• Doğalgaz, sayılmaktadır.
Buna karşılık Yenilenebilir Enerji Kaynakları olarak da;
• Hidroelektrik,
• Rüzgar,
• Güneş,
• Jeotermal,
• Biyoenerji (biyogaz, biyodizel, biyotenol, gazlaştırma) ve
• Hidrojen, sayılmaktadır.
Fosil Yakıtların atmosfere bıraktığı sera gazları etkisi ile dünyamız iklimi değişmekte ve sıcaklık artarak dünya ekolojisi bozulmaktadır. Hazırlanan bir rapora göre sıcaklıkların artacağı, ani hava değişimlerinin daha sık görüleceği, su sıkıntısının yaşanacağı ve tarımda verimin düşeceği, eğer sıcaklık artışı 1,5 ila 2,5 dereceyi geçerse bitkilerle canlı türlerinin yüzde 30’unun yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacağı belirtilmektedir. Bu tespit üzerine bir Protokol(Anlaşma) yapılması gündeme gelmiştir.
1997 tarihinde Japonya’nın Kyoto şehrindeki görüşmelere başlanması tarihinden itibaren, Fosil Yakıtlardan Yenilenebilir Enerji kaynaklarına daha fazla ağırlık verilmesi konusu dünya gündemini daha fazla işgal etmeye başlamıştır.
Kyoto Protokol’ü (Anlaşma) Aralık 1997’de Japonya’nın Kyoto şehrinde görüşülmüş, Rusya’nın 2004’te katılmasıyla, 2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Aralık 2006 tarihinde toplam 169 ülke ve devlete bağlı örgütler anlaşmaya imza atmışlardır. Kyoto Protokolündeki amaç, “Atmosferdeki Sera Gazı (Greenhouse Gas) yoğunluğunun, iklime tehlikeli etki yapmayacak seviyelerde dengede kalmasını sağlamaktır.
Birleşmiş Milletler Çevre Programı basın bildirisine göre: “Kyoto Protokolü gelişmiş ülkelerin Sera Gazı salınımlarını 1990 yılına göre %5,2 azaltmalarını öngören bir anlaşmadır. Amaç, altı adet Sera Gazının, (karbon dioksit, metan, nitröz oksit, kükürt heksaflorür, HFC’ler ve PFC’ler ), 2008-2012 yılları arasındaki beş yıllık ortalama salınım değerlerini azaltmaktır. Ulusal hedefler olarak; AB ve başka bazı ülkeler için %8’lik, ABD için %7’lik, Japonya için %6’lık azalma öngörülmekte, Rusya için %0 ve Avustralya için %8 ile İzlanda için %10’luk bir artış şeklinde belirlenmiştir. Bu protokolü imzalayan ülkeler, sera etkisine neden olan altı gazın salınımını azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa salınım ticareti yoluyla haklarını arttırmaya söz vermişlerdir.
Sera Gazları salınımına kısaca Karbon Salınımı ismi verilmektedir ve daha az Karbon Salınımı yapan ülkelerin, başka ülkelere bu haklarını satabilme imkanı getirilmiştir. Bu şekilde bir Karbon Ticareti konusu ve piyasası ortaya çıkmaktadır.
Çin, Hindistan ve diğer gelişmekte olan ülkeler anlaşma gereklerinden muaftırlar çünkü şu andaki iklim değişikliklerine neden olan salınımların ana sorumlusu değildirler.
Kyoto Protokolünü eleştirenler, gelişmekte olan ülkelerin ve özellikle Çin, Hindistan gibi ülkelerin yakın bir zamanda en fazla Sera Gazı salınımı yapan ülkeler olacağını, aynı zamanda, anlaşma sınırlamaları yüzünden gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere çıkış olacağını ve dolayısıyla net Sera Gazı salınımlarının değişmeyeceğini söylemektedirler.
Kyoto Protokolüne göre ülkeler 2008 ile 2012 yılları arasında Karbon Salınımlarını 1990 yılına göre %5,2 düşürmekle yükümlüdürler. Buna rağmen, pratikte birçok ülke belirli sanayi kuruluşlarına sınırlamalar koymuştur (kâğıt endüstrisi, enerji santralleri gibi). AB’de bu uygulama vardır ve birçok ülke de buna doğru kaymaktadır. Buna göre, belirlenen seviyeden fazla salım yapacağını anlayan bir şirket bir şekilde başka yerlerden Karbon Kredisi bulmak zorundadır. Bu da Karbon Ticaretini ve borsasını ortaya çıkarmıştır. Kyoto Protokolü, bazı ülkelerinin Sera Gazı salınımı hedeflerine ulaşmak için başka ülkelerden kontenjan satın alabilmeleri esnekliğine imkan tanımıştır.
Kyoto Anlaşmasına (protokol) göre;
• Atmosfere salınan Sera Gazı miktarı %5,2’ye çekilecek,
• Endüstriden, motorlu taşıtlardan, ısıtmadan kaynaklanan Sera Gazı miktarını azaltmaya yönelik mevzuat yeniden düzenlenecek,
• Daha az enerji ile ısınma, daha az enerji tüketen araçlarla uzun yol alma, daha az enerji tüketen teknoloji sistemlerini endüstriye yerleştirme sağlanacak, ulaşımda, çöp depolamada çevrecilik temel ilke olacak,
• Atmosfere bırakılan metan ve karbon dioksit oranının düşürülmesi için alternatif enerji kaynaklarına yönelinecek,
• Fosil Yakıtlar yerine örneğin bio dizel yakıt kullanılacak,
• Çimento, demir-çelik ve kireç fabrikaları gibi yüksek enerji tüketen işletmelerde atık işlemleri yeniden düzenlenecek,
• Termik santrallerde daha az karbon çıkartan sistemler, teknolojiler devreye sokulacak,
• Güneş Enerjisinin önü açılacak,
• Nükleer Enerjide karbon sıfır olduğu için dünyada bu enerji ön plana çıkarılacak,
• Fazla yakıt tüketen ve fazla karbon üretenden daha fazla vergi alınacaktır.
• Kyoto Protokolündeki hedeflerine uymayan ülke bir sonraki dönem azaltma hedeflerinin %30 daha azaltılması ile cezalandırılacaktır.
Türkiye, 05.02.2009 tarihinde Kyoto Protokolüne katılmasının uygun bulunduğuna karar vermiştir. Bu suretle yukarıda belirtilen şartlara uymak için gayret göstermeyi taahhüt etmiştir.
Burada dikkati çeken husus, Nükleer Enerjinin sıfır Karbon Salınımı sağladığı için ön plana çıkartılacağı hususudur. Bu suretle Nükleer Enerji teknolojisine sahip ülkeler için önümüzdeki yıllarda enerji sorunu bu kaynakla çözülecek, Kyoto Protokolüne uyma konusunda daha kolay uyum sağlayabileceklerdir.
Dünyada, bugünkü kullanım esas alınarak, petrol rezervinin yaklaşık 40 yıl ve doğalgaz rezervinin ise yaklaşık 60 yıl sonra tükeneceği varsayılarak, yeni enerji kaynaklarına ihtiyaç duyulması kaçınılmaz olmaktadır. Karbon Salınımı konusu da gündemde olduğuna göre, Fosil Yakıtlar yerine Yenilenebilir Enerji kaynaklarına yönelmek ve teknolojileri geliştirmek üzere yoğun çalışmalar yapılması kaçınılmaz olmaktadır.
Bir taraftan bu kaynaklar için teknolojiler geliştirilirken diğer taraftan da mevcut Nükleer Enerji kaynağını da yaygınlaştırmak gerekmektedir. Bugün yeni teknolojiler uygulanarak, Nükleer Santraller çok güvenli hale getirilmektedir.
Bugün Fransa, tüm elektrik enerjisinin %76’sını, Litvanya %73’ünü, Slovakya %56’sını, Belçika %54’ünü, Ukrayna %47’sini, İsveç %42’sini, Nükleer Enerji santralleri ile elde etmekte bu suretle karbon salınımını en aza indirmekte, dolayısı ile karbon ticaret yaparak kontenjanlarını başka ülkelere yüksek bedellere satma imkanına da kavuşmaktadırlar. Ayrıca Nükleer Enerji teknolojisini de geliştirmek üzere çalışarak dünyada bu teknolojiye sahip az olan ülkeler içinde yerlerini almaktadırlar. İleride bu teknolojilere sahip olarak hem dünyada sözü geçen hem de bu teknolojilerini satarak kazanan ülke durumunda bulunacaklardır.
Bugün ülkemizde en büyük Hidrolik Enerji üretim ünitesi kapasitesi, Atatürk Barajında yaklaşık 300 MW, toplamda 8 ünite ile 2405 MW, Kömür Enerjisi kapasitesi ise Elbistan’da 360 MW lık tek ünite ve 4 türbin ile 1440 MW olduğu halde, Japonya’nın Tokyodaki Kariwa santralı ile Nükleer Enerjide tek ünite ile 1356 MW enerji üretmek mümkün olabilmektedir. Bu santral toplam olarak 7 ünite ile 8212 MW enerji üretmektedir. Fransa’da Chooz Nükleer Santralında ise tek ünite ile 1500 MW enerji üretilmektedir. Fransa’da Gravelines’deki Nükleer Santral 6 ünite ile 5460 MW enerji üretmektedir.
Nükleer santrallar kısa bakım süresi hariç, tüm zamanlarda daimi ve baz enerji üretirken diğer enerji santralları mevsimsel ve kaynak arzına bağlı olarak değişken enerji üretebilmektedir.
Bugün ülkemizdeki Hidroelektrik kaynaklar ile diğer kaynakların (rüzgar, jeotermal, kömür) büyük bir kısmını kullanılmak üzere yatırımlar yapıldığına ve düşük olan kişi başına düşen elektrik miktarını da arttırmak gerektiğine göre ve yukarıda belirtilen hususlar ışığında, ülkemizde acil olarak Nükleer Santral kurulması için gayret göstermemiz gerekmektedir. Bu arada, yakın komşularımız olan ve Nükleer Enerjiye sahip Ermenistan, Ukrayna ve Bulgaristan’daki santrallerin eski teknolojilerin yenilenmesi işlemlerini de takip etmek mecburiyetindeyiz. Oralarda oluşacak bir kazanın ülkemizi etkilemesi ve zarar görmemiz kaçınılmazdır.