Yapıların Ölümü

Yapıların Ölümü

Cihat UYSAL, Mimar Yüksek Mühendis

Ağaçlar ayakta ölür diye bir oyun vardı. Bu oyun bana oldum olası yapıların da ağaçlara benzediğini düşündürür, yapıların ölümünü çağrıştırır. Uygarlığımız (!) yapıları üretirken öyle bir telaş içinde oluyor ki, onların yaşamını, ölümünü düşünmeye “vakit” bulamıyor. Bizden önceki nesiller, tarih boyunca yapıların varlığı ile ilgili sorunlar üzerinde pek düşünmedi. Kimi sorunu geçici bir insan hali diye önemsemedi, kimisi halı altına süpürmeyi tercih etti, kimisi de onları terk ederek yenilerini yapmak, yeni alanları yapılar ile doldurmak üzere diyar değiştirdi. Ne var ki, “deniz bitti” söylemi ile örtüşen, küresel ısınma, suların yükselmesi… gibi sorunlar jeolojik çağlarda yaşandığı varsayılan doğa felaketlerinin bu defa yeni, yapay bir türü ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Giderek daha büyüğünü yapma hevesi, daha büyük baraj, daha büyük köprü…v.b. yapıların ayakta kalmasını zorlaştırıyor. Yapılarda yaşanan yıkımlar yapı ömrü ile ilgili sorunların giderek insanı daha çok kuşatan, düşündüren boyutları olduğunu ortaya çıkarıyor.

Gecekondu yapılarının, gecekondu kalitesizliğinde kurduğumuz plansız, hesapsız yerleşimlerin, orman ve ağaç katliamına benzer biçimde yok edilmesi sıkça gündeme geliyor. Kent yenileme adıyla yapılan yapıların niteliksizliği ve güçlendirilme gereksinmesi, sorunun bir başka boyutu.

Bütün bunlara ek olarak, deprem kuşağında bulunan, yaşananlar ve olası yaşanacaklarla, ülkemizin gündeminde kalıcı yer tutan “yapıların güvenliği” konusu, sorunun boyutlarını düşünmeyi gerektiriyor. Çatı akmadan dama çıkmayan bir toplumda yaşadığımız için, olası deprem ile ilgili sorunları gün aşırı gündeme getiren bilim adamları ve teknisyenlerin feryadına karşın, hele bir olsun da sonra düşünürüz tavrını sürdürüyoruz. Bu duyarsızlığımıza karşın, dünyada Yapı Sağlığı İzleme (Structural Health Monitoring) adı altında gündeme getirilen çalışmaların kapsamını kısaca özetlemeye çalışacağım.

Depremin önceden bilinmesi daha çok can kaybının azaltılması, depremin hemen öncesinde yapılacakların planlanabilmesini sağlamaya yönelik bir beklenti. Oysa, yapıların depreme karşı taşıdığı risk daha başka önlemlerin de gündeme getirilmesini gerektiriyor. Atın ölümü arpadan olsun türünden duyarsızlığımız ciddi bir engel. Ama, yine de bu konuda duyarlı olan kesim ile paylaşmak istediğim gelişmeleri dile getirmek istiyorum. Uygar dünyada nasıl insanların sağlığını düzenli aralarla kontrol ettirmesi öngörülüyorsa, yapılar için de benzeri yaklaşım gündemde. Dün nasıl hekimler bizi steteskop, röntgen ya da el ile kontrol ederken, bugün manyetik rezonans, biyokimya olanakları… benzeri aygıtlarla daha iyi izliyorsa; yapıları da çatlak gözleme, karot alma…yerine daha duyarlı ve daha elverişli izleme olanağı geliştiriliyor. Geçtiğimiz aylarda özetlemeye çalıştığım ölçme ile ilgili gelişmeleri bu defa biraz daha aralamak istiyorum. Dünyada 21. yüzyıl başında yaygınlaşmaya başlayan bu yeni olanaklarla, yapılardaki gerilmeler, yer değiştirmeler, düşeyden (şakulden) sapmalar, yer altı su düzeyindeki ve basıncındaki değişmeler …ve benzeri fiziksel değişmeler, oluşan kuvvetler de ölçerek izlenebiliyor. Öncelikle, önemli mühendislik yapılarında uygulanabilecek bu tekniklerin uygulanmasının en önemli özelliği, yapılan ölçme ve değerlendirmelerin istenilen zaman aralığında, anında (online) ve istediğiniz yerden izlenebilmesi. Bu olanakların kullanılmasıyla, depreme karşı yapıların taşıdığı risklerin bilinmesi, depremi önceden bilmekten daha büyük yarar sağlayacaktır. Özetle, yapıların ve içinde yaşayan bizlerin ölüm riskini azaltmak elimizde. Hani, “kanserden değil geç kalmaktan kork” diye bir söz vardı. Aynı onun gibi…

©Yapı Dünyası Dergisi 2010 Sayı: 174 de yayımlanmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir