Duvar – 2

Duvar – 2

Cihat UYSAL, Mimar Yüksek Mühendis

“ben o duvarlara çarpa çarpa nasır tuttum, ağlaya ağlaya yosun tuttum.” (*)

Otel Penceresinden Görünüş

Duvarın oluşturduğu iç–dış ikilemi her iki yandaki yaşamın da farklı algılandığını anlatır. Duvarın üstünün açık ya da kapalı olması, yüzeyinin taş, tuğla, beton ya da sıva görüntüsü de farklı algılamalara yol açar. Bu nedenle, duvar insanın yaşam çevresinin ayrılmaz ögesidir. Kim bilir bu algımızın dışında ayırdında olmadığımız duvara ilişkin daha nice boyut vardır. Ses duvarı gibi ışık duvarının, elektromanyetik alanlar duvarının olabileceği gibi…

Öğrencilik yıllarımda başladığım Anadolu’daki tarihi yapı ve yerleşim gezileri, okulu bitirdikten sonra da şantiye gezilerine dönüştü. Kapısız üç duvarlı heladan, antik dönem eserleri kullanılarak örülmüş duvarlara kadar bir çok duvar gördüm. Tarihinin nerede ise her döneminin taşları ile örülmüş Ankara Kalesinin duvarları gibi… Duvar ile ilgili başımdan geçen iki anıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.

Doksanlı yıllarda, Anadolu’nun HES ve termik santral şantiyelerinde gezdiğim dönemde, tek yüzlü perde duvar, palye duvarı, keson perde duvarı… gibi uygulamalara tanık oldum.

Yine bu gezilerden birinde, sabahın erken saatlerinde yola koyulduk. Akşam geç saatte yolun tamamını aşamadığımız için, en yakın yerleşimde gecelemeye karar verdik. Ne var ki, araçtan indiğimizde kendimizi kovboy filmlerinde rastlanan bir panayır ortamında bulduk. Kasaba nataşa hücumuna uğramıştı. En yakın otele kendimizi zor attık. Otele girerken üzerimizde silah aranması bizi huzursuz etti ve daha ötede bir yerleşimde kalalım diyerek yola koyulduk. Bu defa gideceğimiz yer anayoldan oldukça uzakta idi. Gittiğimiz yerde yeni yapılmış bir otel bulduk. Gecenin karanlığı ve yol yorgunluğu kendimizi soluk almadan yatağa atmamıza neden oldu. Otelin banyo ve döşemi çok yıldızlı lüks otelleri aratmıyordu. Sabah kalktığımızda balkona çıkıp etrafa bakmak isteyince, kente bakan balkon duvarının tuğla duvar ile örülü olduğunu gördük. Meğer, yağmurdan kaçarken doluya tutulmuşuz, otele geç saatte gelmiş olmamız gerçeği görmemizi önlemiş. Anlaşıldı ki, otel nataşa akınından nasibini almakta imiş.

Yine bir başka Anadolu gezisinde, biri ilimizde bulunan şantiyeye geldik. Geldiğimiz ilk gün şehir merkezinde bulunan bir otelde yer ayırtıldığının rahatlığı ile şantiye çalışmalarını havanın kararmasına aldırmadan sürdürmüştük. Akşam yemeğini yedikten sonra seyahatin ve günün yorgunluğunun etkisi ile odalarımıza çıkıp yattık. Sabah olduğunda odadaki karanlığı fark ettim. Perdeyi açtığımda ise yukarıdaki fotoğraftaki görüntü ile yüz yüze geldim. Pencerenin önünde yaklaşık otuz santimetre ötede tuğla duvarı ile bir yapı yükseliyordu. Tabii ki, yapının tamamını görme olanağı yoktu. Önce, odanın zemin katta olabileceğini aklımdan geçirdim. Hayır, bu kata asansör ile çıkmıştım. Demek ki, yeni bir komşu yapı ilişkisine tanık oluyordum. Anadolu’da nice hela, banyo ve mutfak görmüş olmanın verdiği kanıksama ile hazırlanıp odadan çıktım. Bu pencere komşusu yapının neden yapıldığını merak etmedim. Çünkü, ülkemizdeki yapı, imar uygulama ve denetimlerinin düzeyini biliyordum. Yapı yerleşimlerinde, yapıları gökyüzünden düşmüş gibi yeryüzünde rastgele dizdiğimizi hatta dizmeyip serpiştirdiğimize alıştım. Söke ovasındaki antik Priene kentinde, dünyanın ilk ızgara planlı yerleşimini tasarlayan Hipodamus’un kemikleri sızlıyordur.

(*) şarkı sözü : Sezen Aksu, Alper Nalman, Fettah Can

©Yapı Dünyası Dergisi 2011 Sayı: 184 de yayımlanmıştır.

Duvar – 1 ©Yapı Dünyası Dergisi 2011 Sayı: 183 de yayımlanmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir