Çevresel Etki Değerlendirmesi
Necat ÖZGÜR
İnşaat Y. Mühendisi, Uzman, Özel Çevre Koruma Kurumu
Giriş
İnsanoğlu, kuramsal olarak ileride karşılaşacağı belli de olsa, doğrudan karşısına çıkana dek, sorunlara çözüm aramaz. Olasılığı daha yüksek olduğu için, kısa erimli küçük çıkarlar, erişilmeyecek uzaklıkta görünen uzun erimli çıkarlar için savaşımı, geriye atar. İnsanlığın toplu olarak büyük bir çevresel felaket yaşamaya başlayacağının ortaya çıkmasıyla birlikte çevre sorunlarına ortak çözüm aranmaya başlanması, bu anlayışın çevre koruma alanındaki yansımasıdır.
Çevre Koruma konusunda uluslararası politik bilincin gelişmesi ancak BM 1972 Stokholm Konferansına dayansa da sorun küresel ısınma olarak karşımıza çıkana dek uluslararası ortak çözüm arayışına gidilmediği; ülkelerin son zamanlara kadar sadece kendi dar çevrelerini ve aralarındaki ortak suları düşündüğü gözlenmiştir.
Çevre Sorunları
İnsan sağlığı ile birlikte dünyamızın geleceğini de tehlikeye sokan çevre sorunları, ürettiğimiz atıklar ile biyolojik çeşitliliğe (biyoçeşitlilik) zarar veren yatırımlarımızın ekolojik dengeyi değiştirmesiyle karşımıza çıkmaktadır. Ekoloji biliminin temel denklemini oluşturduğu halde, ekolojik dengenin değiştirilmesinin yaratacağı olumsuzlukların, sürdürülebilir kalkınmaya etkisinin ne kadar önemli olduğu ancak son yıllarda somut olarak ortaya konulabildi. Mühendislik mesleğinin doğa ile ilişkisi, İnsanın temel gereksinimlerini sağlama amacı doğrultusunda varlığımızın temeli olan doğaya karşı mücadele verirken, korumak zorunluluğunun çelişkisini içerir.
Ekolojik dengenin önemi pek çok ülkede atmosferdeki değişikliklerle öne çıktı. Ellili yıllarda Londra’da binlerce kişiyi öldüren dumanlı sis ile Amazon ormanlarını kurutan hava kirliliği kaynaklı asit yağmurları -Birinci Dünya savaşının zehirli gazları ile Hiroşima ve Nagazaki’nin geçici bir felaket olduğu yanılsamasından sonra- dünyada çevre bilinci yaratan yerel örneklerdir. Ülkemizde 1978 yılında Çevre Müsteşarlığının kurulmasıyla başlayan siyasal farkındalık bile, zamanın başbakanı tarafından Kızılay’daki hava kirliliğinin yol açtığı kuş ölümleri ile açıklanan kuruluş gerekçesinin muhalefette gülüşmelere yol açmasını önleyememişti! 1986 yılında Çernobil radyasyon felaketinin ülkemize verdiği zararları inkar için de çeşitli şovların sahneye konduğu hatırlardadır!
Çevre sorunlarının evrensel ölçüde önem kazanarak BM öncülüğünde uluslararası önlemleri getirmesi de etkilerini insanoğluna aşağıdaki süreç ile gösteren, insan etkinliklerinin atığı olan belirli gazların atmosfere salınmasının sonucudur. Kuzey Avrupalıların Akdeniz platolarımızda taşınmaz satın alma heveslerinin, sürecin sonucu olarak ülkelerindeki arazi kaybı olasılığı ile ilişkisi yadsınabilir mi?
İklim değişikliği süreci
Nüfus artışı → Sanayi kirliliği → Sera etkili gazların (CO2 ve Metan) salımı artışı
Atmosferin kompozisyonunun değişerek ısı transferini kısıtlaması
Küresel ısınma → Buzul erimesi → Deniz suyu yükselmesi, iklim ve harita değişikliği
BM öncülüğünde 1994 yılında imzaya açılan Kyoto protokolü, salım değerlerinin 1990 öncesine düşürülmesi için ülkeleri bağlamayı amaçlamıştır. Bugüne dek 192 ülkeden 156 sının onay verdiği bu protokole, ABD gibi sınai düzeyi ileri olan ülke, gerekli olan teknoloji değişikliğinin maliyetinden ötürü karşıdır. Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler, kalkınma düzeyleri farklı olan ve bu nedenle çevre kirliliğinde rolleri de aynı olmayan ülkelerin sınai gelişmesine engel olduğu görüşüyle, protokole kuşkuyla bakmaktadır. Ülkeler arasında salım kotası takası gibi ticari unsurlar protokolün zayıf noktalarıdır. Küresel ısınmanın büyütülmemesi gerektiği, yeni ve pahalı enerjiler için bir yapay dayanak olarak ortaya çıkarıldığı gibi görüşler de öne sürülmektedir. Ne olursa olsun, alternatif temiz enerji kaynaklarının kullanımı, sürdürülebilir kalkınmanın en önemli ipuçlarıdır.
Temel Tanımlar
Canlıların yaşadıkları ortamda birbirleriyle ve çevresel unsurlarla olan ilişkilerini inceleyen bilim dalı Ekolojinin ana konusu olan Ekosistem, tüm organizmaların birbirileriyle ve cansız unsurlar arasında madde alış-verişini veya enerji akışını gerçekleştirmek için oluşturduğu sistemdir. Enerji dönüşümleri termodinamik kurallarına göre gerçekleşir.
1- Ekosistemin dışından içeriye enerji girişi olur. Dış enerji kaynağı güneştir.
2- Ekosistemde enerji çıkışı her bir organizmanın ısı kaybetmesi şeklinde olur.
3- Ekosistemde enerji akışı besin zinciri (ekolojik piramit) aracılığı ile gerçekleşir.
Piramidin en altında bulunan üreticiler fotosentez yoluyla kendi besinlerini üretir. Otçullar üreticilerle beslenirken etçiller sırasıyla otçulları, diğer etçilleri ve etçil leşlerini yiyerek doğal sürecin ‘sıfır atık’ ilkesine katkıda bulunur. Piramidin en üst düzeyinde yer alan ayrıştırıcılar diğerlerinin atıklarını özümseyerek zararsız duruma getiren mikroorganizmalardır. Çevre Mühendisliğindeki atık su arıtma sürecinde, ayrıştırıcıların yaptığı işlemin benzeşimidir.
Bir türün popülasyon sürekliliği için bireylerin besin, enerji, yaşam alanı ve diğer bazı taleplerinin karşılanması gereklidir. Taleplerin karşılanamaması sonucunda, daha az doğum ve daha çok ölüm meydana gelecektir. Ölüm ve doğumun dengelendiği durumdaki popülasyon büyüklüğü, çevrenin taşıma kapasitesini gösterir.
Proje Müdürlüğünü yaptığım Kralkızı Barajı inşaatının başladığı 1985 yılında, çalışanları doğa ile barışık bir şantiye yaşamının beklediğini düşünüyorduk. Ancak, zaman içinde tüm şantiyeyi fareler sardı. Makineler gelip de doğayı altüst etmeye başlayınca yılanlar çevreyi terk etmiş, yılanlardan kurtulunca nüfusu çevrenin taşıma kapasitesini aşan fareler de yaşamlarını sürdürebilmek için ortamlarında bulamadıkları yiyeceklerin peşinde oradan oraya koşuyor, bilmeden insan yaşamının kalitesini bozuyordu. Kaliteli yaşam koşulları sağlama çabaları, biyoçeşitliliğin korunmasından ayrı düşünülemez.
Tür çeşitliliği, genetik çeşitlilik, doğada sınırlarını belirlemek açısından ölçülmesi daha zor olan ekosistem çeşitliliği ile ölçülen biyoçeşitliliğe zarar veren nedenler çoktur. Bunlar arasında sulak alanların kurutulması gibi nedenlerle ‘habitat yapısının bozulması ve parçalanması’, beslenme ve barınma gerekçeleriyle bitki ve hayvan türlerinin aşırı kullanımı, çevre kirliliği, yer seçimi uygun olmayan yatırımlar, kentleşme alanlarının ve sanayi bölgelerinin özenli seçilmemesi gibi hükümet politikaları, doğal kaynakları zorlayan küresel ticaret sistemlerinin ve turizmin etkileri, kaynak kullanımındaki adaletsizlik ve biyoçeşitlilik hakkındaki bilgisizlik sayılabilir.
Etik ve estetik önemi yanında türlerin yaşamak için birbirilerine muhtaç olması biyoçeşitliliğin ekolojik önemidir. Bir türün yok olması bile doğal dengeyi bozmaya yetecektir. Hiç kimse hangi türün kaybolmasıyla doğal dengenin nasıl bozulacağını ve sonunda insan hayatının tehlikeye gireceğini tahmin edemez. Türlerin çoğu insanlara doğrudan ya da dolaylı olarak etkide bulunmaktadır. Genlerin, türlerin, habitatların ve ekosistemlerin küresel çapta korunması insanların geleceği için hazine değerindedir. Besinler, endüstriyel ürünler ve ilaçlar için türlere ihtiyacımız vardır. Genetik çeşitlilik ürün yetiştirmede çok önemlidir. Türler insanlığın çok sıkıntı çektiği birçok hastalığın tedavisinde ilaç olarak kullanılabilecek maddeleri içerebilir; tahıl ürünlerine ait orijinal türlerin kaybolması, gelecek nesillerin yaşamlarını tehlikeye sokabilir. Ekonomik önemine yukarıda çeşitli örnekler verilen biyoçeşitliliğini yeterince koruyabilen, bu konularda araştırma yapabilen ve ödenek ayırabilen ülkeler, gelecekleri için çok büyük bir güç elde etmiş olur.
Emek, sermaye, ile birlikte üç asıl ekonomik faktörden birisi olan toprakta üretim zinciri sürerken zarara uğrayacak biyolojik çeşitliliğin yanı sıra, atıklar için bir alıcı ortam olma açısındanda, doğa insandan kaynaklanan bozulmalarla yüz yüzedir.
Doğanın yıpranmasının, içinde yaşadığımız çevrenin zehirlenmesi boyutuna erişip insan konforunu zorlar duruma gelmesiyle, kalkınma etkinliklerinin doğa koruma kavramı ile birlikte yürütülmesi gereği ortaya çıktı. Her zaman olduğu gibi, insanoğlu bu konudada, kuramı önceden geliştirerek değil, sorun kendisini rahatsız etmeye başlayınca çözüm aramayı düşündü. Bu çözüm, ‘Sürdürülebilir Kalkınma’ dediğimiz, ayakları doğru teknoloji, doğru yer seçimi ve doğru yönetim ilkelerine dayalı, ekolojik denge kavramı ile barışık bir teknolojik ilerlemedir. Sürdürülebilir Kalkınma sürecinde bilinçli olarak yer almak ekoloji kavramını özümsemekle mümkündür. Ekosistemi, ekosistem madde ve enerji akışını, biyoçeşitliliğin önemini bu sayede kavrar, mühendis olarak tasarlayacağımız yapının ekolojik denge ile olumlu etkileşimini sağlayabiliriz.
Çevre Koruma olgusunun büyük bir sektör haline gelmiş olması, başka bir deyişle çevre koruma uygulamalarından paralar kazanılması, paradoksal da olsa, çevre dostu yatırımların gerçekleşmesinde bir tutunacak dal olmaktadır. Bir fizibilite çalışmasında bedellerin hesabı o kadar kolay değildir. Bir doğal çevre mirasının kazılarak yok edilmesini ‘0’ masraf olarak nitelendirerek verimli bulunan bir proje, zaman içinde, doğal çevrenin yok edilmesinin zararları ortaya çıktıkça, öngörülen verimli sonuçlara ulaşamayacaktır; doğa nasıl olsa cezalandıracaktır.
Ankara yakınlarındaki Temelli’de önce kurutulan ama çok kısa bir süre sonra uluslararası kaynak bulunarak yeniden yaratılan ve Eskişehir yönüne giderken herkesin dikkatini çeken bir gölcük, gurur verici bir çevre bilinçlenmesi örneğidir. Anadolu’nun bozkırı Temelli’de toprak göz alabildiğine uzanırken, çöl ortasındaki vaha gibi duran bir su birikintisini insanların nasıl bir düşünceyle kurutmuş oldukları da ayrı bir merak konusu değil midir? Ekosistem, kısa erimli insan düşüncesini boşa çıkarmıştır: Kuruyan göle kuşlar gelmez olunca, haşereler hayatı zehir edecek kadar çoğalmışlar; insanlar da tarladan vazgeçip göllerini geri istemiştir!
Göl kurutma eyleminin başka bir versiyonu, kişisel ya da yöresel çıkarların dürtüsüyle ve ötesini düşünmeden, gölleri besleyen akarsu kaynaklarının projelerde kullanmak amacıyla çevrilmesidir. Sulama, enerji gibi akarsu çevirmesi içeren projelerde, göl yaşamı için gerekli olan minimum miktardaki suyu bırakarak, ekolojik devamlılığı nedense düşünmeyiz.
İnsan dahil, o suyun oradaki varlığına bel bağlamış olan canlıların göle endekslenen yaşam çizgileri gölle birlikte silindikçe, bozulan dengenin sonuçları, gölleri yok edenleri de ummadıkları biçimde etkiler. Gölün ölmesinin de bir bedeli olduğu hesaplara girmeyince, fizibilite raporları yüksek verimlilik değerleri (fayda eksi masraf) ortaya çıkarır. Çevre değerlerinin de veri olarak hesaba alınmasıyla pek çok projemizin belki de yapılamayacağı gerçeğini ya da büyük revizyonlara tabi olacağını kabul etmeliyiz. Artık, bir projede ekonomik verimliliğin temel ölçütü, toprağa en zahmetsiz şekilde kazma vurmaya indirgenmemelidir! Biliyorsunuz, ülkeler tarımsal arazi ihtiyaçlarını çölleri ıslah ederek karşılıyorlar, göllerini yok ederek değil. Marmara Bölgesindeki Ulubat Gölü’ne akan derelerin çevrilmesiyle son yıllarda gerçekleştirilen bir sulama projesi sonrasında göldeki kerevit yaşamı sona erdi. Can çekişen gölün ölmesinin bedelinin ne olduğunu, artık avlayacak kerevit bulamayan köylüler size söyleyebilir. Aslında onlara danışılsaydı, projeler hiç başlamadan önce de bu bedel belirlenebilirdi. Ulubat Gölü’nde yok olan doğal çevrenin değerini sayılarla ifade edemesek de -fizibilite yapımcılarının anlayabileceği bir olay olan- sadece kerevitlerin tabiat sahnesinden çekilmesinin ülke ve dünya ekonomisi için maddi kaybı, belki de kanallara çevrilen -gölün hayat kaynağı- derelerle gerçekleştirilmiş olan sulama projelerinin torpilli çiftçilere sağladığı faydadan da büyüktür. İnsanoğlunun ezeli zaafı: Problemi yaşamadan yanıtını öğrenemiyoruz.
Çevre Mühendisliğine, çevresel değerlerin fiyatlandırılması ve projelerde heba edilen bu değerlerin fizibilite çalışmalarında bu bedellerle kayıp hanesine yazılabilmeleri hususunda çok iş düşmektedir. Yapılabilirlik çalışmalarında doğanın bütünlüğünü, sınırlılığını, özdenetimini, çeşitliliğini, geri tepmesini ve bedelsiz yarar olamayacağını, hiçbir şeyin yok edilemeyeceğini dikkate alarak; en uygun çözümü bulmuş olan doğa ile birlikte gitmek ilkesini göz ardı etmemeliyiz.
Çevresel Etki Değerlendirme Tarihi
Uluslararası ölçekte çevre sorunlarını çözme çalışmalarına koşut olarak, yatırım projelerimizdeki tüm çevre kirliliği yaratan kaynakların denetimi için gerekli işleri önceden yürütmek, 1993 yılında devreye giren ÇED yönetmeliği ile başlar. ÇED için “toplam fizibilite” demekle en iyi tanımı yaparız. Bir proje insan sağlığında ve yaşam niteliğinde, ayrıca çevrenin biyolojik ve jeofizik yapısında değişime yol açabilir. Bu değişime “çevresel etki” denilmektedir. “Çevresel Etki Değerlendirmesi” (ÇED) aracılığı ile projenin çevresel etkilerinin bilinmesi, yer seçimi ve süreç seçeneklerinin çözümlenmesi, olumsuz sonuçlarının elenmesi ya da azaltılması için çözüm üretilmesi sağlanır. ÇED projenin çevresel etkisini tanımlama ve saptama aracıdır; tasarımın ekonomik, mali, kurumsal, teknik analiz gibi bütünleşik bir parçasıdır.
Çevre ön denetimi maliyeti ilk yatırımın çok küçük bir yüzdesidir. Çok az proje, kirlilik denetimi nedeniyle uygun bulunmama sonucu ile karşılaşır. Uygulanmış bir projeyi, olumsuz sonuçların ortaya çıkmasından sonra düzeltmek, olası çevresel zararları başlangıçta gidermekten her zaman daha pahalıdır. Çevre duyarlılığı yaklaşımı bu yönüyle teknoloji geliştiren bir etmen de olmuştur. Doğa harikası olan Gökova bölgemizde seksenli yıllarda devreye giren Yatağan, Kemerköy ve Yeniköy termik santrallerine halkın baskısıyla sonradan eklenen baca gazı arıtma tesisleri çok yüksek bedeller karşılığında yaptırılmıştır. Doksanlı yıllarda ise, bu tür düşük kalorili yüksek kükürtlü kömür yakan santrallerde, ‘akışkan yatak’ teknolojisinin geliştirilmesi ile, kireç katkısı yanma aşamasında yatağa sürülerek, kükürt giderimi çok daha ekonomik bir biçimde sağlanmıştır. İki binli yılların başında devreye giren Çan termik santrali bu teknolojiye bir örnektir.
Çevre koruma görevi, dayanağı Anayasanın 56.maddesi olan, özünde tam bir kamusal işlevdir. 1983 yılında çıkarılan Çevre Kanunu hükümlerine uygun olarak, atık su, katı atık, hava kirliliği kontrol, su kirliliğini kontrol, sulak alanlar, tehlikeli atıklar, tıbbi atıklar, gürültü kirliliği, toprak kirliliği gibi çeşitli yönetmeliklerle çevre koruma işleri yönetilmektedir. 1993 ÇED yönetmeliği ile, sözü edilen yönetmelikler yatırım projelerinde yapım öncesi sistematik denetim unsuru olarak ele alınmış, çevre koruma kavramının örgütlü duruma getirilmesi sağlanmıştır. 1993 yönetmeliği 1997, 2002 ve 2003 yıllarında değiştirilmiştir. Her değişiklik, çevre korumada bir geri adım olmuştur. AB’den ve tüm dünyadaki çevresel bilinçlilikten etkilenerek başlatmış olduğumuz ÇED süreci ne yazık ki, yatırımcıların bir bürokratik engel olarak gördüğü bir işleme dönüşmektedir.
Yönetmelik, çevresel etki değerlendirme işlemini tanımlamaktadır. Uyulacak belgeler yönetmelik ekleri olarak belirlenmiştir. (Ek1: ÇED uygulanacak projeler; Ek2: Seçme eleme kriterleri uygulanacak projeler -ÖNÇED de denilen, Ek1 dışında kalan ya da daha düşük kapasiteli yatırımlar için ‘ÇED gerekli ya da gerekli değil’ kararı alınacak projeler-; Ek3: Genel format; Ek4: Proje tanıtım dosyasına esas seçme eleme kriterleri; Ek5: Duyarlı yöreler.) Avrupa Peyzaj Sözleşmesi gibi çevreye ilişkin uluslararası taahhütlerimiz de uyulması zorunlu belgelerdir. Bir projenin ÇED Raporunun aşağıdaki bölümleri içermesi beklenir:
1- Özet
2- Tasarımın tanımlanması, hukuki ve yönetsel çerçeve
3- Kapsam ve sınırlamalar
4- Mevcut çevre koşulları
5- Proje seçenekleri ve seçme esasları
6- Çevresel ilişkiler
7- Olumsuz etkilerin azaltılma ölçüleri
8- Çevre yönetimi, eğitim ve izleme planı
9- Ekler
Çevresel Etki Değerlendirme Yöntemleri
Evrensel anlamda ÇED, bir yatırım projesinin yapım ve işletme sırasında aşağıdaki unsurlara etkisinin araştırıldığı, olumsuz etkilerinin eğer mümkünse kabul edilebilir sınırlara indirgenmesinin yollarının gösterildiği aksi takdirde yapımının durdurulmasının önerildiği çalışmadır. ÇED bu yapısıyla fiziksel planlamanın da bir ön koşuludur. Sözü edilen etkiler aşağıda tanımlanmaktadır.
– Canlı varlıklara etkiler: insan, flora, fauna
– Cansız varlıklara etkiler: toprak, su, hava, iklim, peyzaj
– İnsan değerlerine etkiler: kültürel miras, görüntü, estetik
Etkilerin incelenerek değerlendirilmesi belli yöntemlere dayandırılmıştır.
Kontrol Listesi Yöntemi
Bizim ÇED Yönetmeliğimizin esas aldığı yöntemdir. ÇED yürütücülerinin bakması gerekli hususların bir çerçeve içinde tanımlandığı bu yapı, Yönetmeliğimizin “genel format” olarak adlandırılan 3 sayılı ekine tekabül eder. ÇED Komisyonu her proje için “özel format” da belirleyebilir.
Etkileşim Matrisi
İki eksenli matrisin bir projenin yapım ve işletme dönemi etkinlikleri ekseninde (örneğin bir termik santrali ele alırsak kazı, beton…, kömür taşıma, yakma…, vs.) yer alır. Diğer eksende çevresel ve sosyal durum üç ana grup olarak yerleştirilir: Fiziksel koşullar (toprak, su, hava gibi); biyolojik koşullar (Flora, fauna, ekosistem gibi); sosyal ve kültürel koşullar (arazi kullanımı, tarihi ve kültürel yapı, topluluklar, ekonomi gibi). Bu matrisin kesişme noktalarında etkileşimin önemi ve büyüklüğü sembol veya notla gösterilir. Bu yöntem ayrıntılı olarak çevresel etkinin dağılımını gösterebilmektedir. Ancak, öznel olmaya yatkınlığı ve ikincil etkileri içermemesi, dikkate alınmalıdır.
İkincil etkilerin (etkilerin etkileri) görülebildiği sistem diyagramları, en kötü durum analizinin yapıldığı matematik modellemeye dayanan uyarlamalı yöntem gibi diğer yaklaşımlar da söz konusudur.
Önemli inşaat projelerinde ÇED Raporu esasları
Minimum Akım Yaklaşımı: Nehir tipi hidroelektrik santrallerde iletim tüneli ile geçilecek kesimde akımın azalması sonucu su kalitesi ve sucul canlılar üzerine muhtemel etkiler işletme aşaması boyunca söz konusudur. Su kalitesi ve sucul yaşam ortamının kaybedilmemesini sağlamak için akış aşağısında bulunması gereken en düşük akımın belirlenmesinde izlenecek yöntem, projenin ve proje alanının özelliklerine göre ve (su kalitesinin korunması, nadir veya nesli tehlikede sucul yaşamın korunması, akış aşağısında su kullanımının etkilenmemesi gibi) minimum akımın sağlanma amacına göre seçilmektedir.
En önemli husus, nehrin atık özümseme kapasitesinin sağlanmasıdır. Olumsuz bir etki olmadan bir nehre verilecek atık yükü, düşük-debi rejimi ve düşük debinin süresi ile yakından bağlantılıdır. Belirli bir atık yükü için, nehrin debisi ne kadar düşük olursa, nehirdeki atık konsantrasyonu o kadar yüksek olacaktır.
İstatistiksel olarak her on yılda bir gerçekleşen yedi ardışık gündeki en düşük ortalama debi (Q 7,10), alıcı nehirdeki su kalitesini sağlamak amacıyla atık su arıtma tasarımında kullanılmaya başlanmıştır. Söz konusu nehirdeki su kalitesi iyi ise ve etkilenen nehir kesimi civarında nehre giren atık yükü nispeten düşük ise, Q 7,10 değerinin etkilenen kesimdeki atık özümseme kapasitesini sağlamak için yeterli olduğu düşünülmektedir. Uzun yıllar (en az 20 yıllık) verileri incelenerek saptanan Q 7,10, nehir tipi hidroelektrik projelerin işletme koşulları altında etkilenen nehir kesimindeki mevcut su kalitesini korumak için gereken en düşük debi olarak kullanılabilmektedir.
Depolamalı hidroelektrik projelerinde akış aşağısında ve nehir tipi hidroelektrik projelerinde iletim tüneli ile geçilecek kesiminde nesli tehlikede veya koruma altında ya da hassas türler bulunuyorsa, bu türlerin ihtiyaç duyduğu habitat özelliklerini (barınma, beslenme ve üreme habitatları) kapsayan arazi (habitat) çalışması yapılması gerekebilir. Baraj aksının akış aşağısındaki yan kollar, etkilenen nehir kesiminde bulunması gereken minimum akım değerini sağlamakta yetersiz kaldığında, gereken miktar, tarihsel minimum akım değeri olan Q 7,10, barajdan bırakılmalıdır. Etkilenen nehir kesiminde gereken minimum akımın bulunduğunun izlenmesi amacıyla, barajın akış aşağısında düzenli olarak debi ölçümü yapılmalı; ölçümler doğrultusunda, en az akımı sağlayacak şekilde, sürekli olarak gerekli miktarda su bırakılmalıdır.
Depolamalı hidroelektrik projelerinde, su tutma nedeniyle fiziksel, biyolojik ve sosyoekonomik çevre üzerinde kaçınılmaz etkiler söz konusudur. Bu etkilerden olumsuz olanların bazıları önlenebilir; önlenemeyen olumsuz etkiler ise kabul edilebilir ve mümkün olan en düşük seviyeye indirilebilir ya da telafi edilebilir; diğer taraftan olumlu etkiler ve projeden beklenen faydalar da mümkün olan en yüksek seviyeye çıkartılabilir.
Ölçülebilen veya parasal olarak ifade edilebilen etkilerin (örneğin projeden beklenen faydalar, bir başka deyişle enerji üretimi, kWh ya da TL cinsinden) miktarsallaştırılması kolaylıkla mümkündür. Ancak, parasal olarak ifade edilemeyen etkilerin (örneğin projeden etkilenen grupların çevreye verdiği önem ve değere göre yaşayacakları kayıplar) miktarsallaştırılması için değişik yöntemler geliştirilmiştir.
Bu amaçla kullanılan yöntemlerden biri olan Koşullu Değerlendirme Yöntemi’nin dayanak noktası ‘herhangi bir şeye ne kadar önem verdiğini bilmek istiyorsanız, bunu kişiye sorun’ cümlesiyle ifade edilir. Kişiye, olumsuz etkileri azaltmak için ne kadar para ödemeye istekli olduğu, ya da bir çevresel maliyete katlanmak için neyi kabul etmeye (örneğin, olumsuz etkileri azaltmaya katkıda bulunmak için gönüllü çalışmak, gibi) istekli olduğu sorulmaktadır. “Ödeme İstekliliği” miktarı, söz konusu projeden kaynaklanacak çevresel (sosyo-ekolojik) zararın bedeli olarak, daha önceki yapılabilirlik (fizibilite) çalışmalarında hazırlanmış olan fayda-maliyet hesabına maliyet olarak dahil edilmelidir.
Sonuç
Yönetmelikte ayrıntılı olarak anlatılan ÇED Süreci işlemleri aşağıda özetlenmektedir. ÇED Raporu düzenleyecek kuruluş, TMMOB üyesi bir meslek odasından alınmış Büro Tescil Belgesi ile Bakanlık tarafından verilmiş Yeterlilik Belgesi sahibi olmalıdır.
– Proje tanıtım dosyasının Yatırımcı tarafından Çevre ve Orman Bakanlığına (Bakanlık) sunulması.
– Bakanlık tarafından İnceleme ve Değerlendirme Komisyonun (İDK) kurulması.
– Halkın katılımı ile Komisyonun kapsam ve özel format belirleme toplantısı. (ÇED Raporu gerektiren etkinlikler için Bakanlık, ilgili kuruluşlar ile yapacağı görüşmeler sonucunda, Ek1 listede yer alan işler için proje tanıtım dosyasını uygun bulursa, halkın katılımıyla oluşturulan özel format yatırımcıya verilir. EK2 listedeki işler için ÇED gerekli kararı verilmişse, yine ÇED prosedürü uygulanır.)
– ÇED Raporunun Bakanlığa sunulması.
– ÇED raporunun incelenmesi.
– Nihai ÇED Raporunun Bakanlığa sunulması.
ÇED Raporunun doğru verilere dayalı bilimsel sonuçlar üretmesi, geleceğimiz, başka bir deyişle uzun erimli çıkarlarımız açısından, son derecede önemlidir!
Yapı Dünyası Dergisi 2007 Sayı: 2007/- de yayınlanmıştır.