Yuva Yapmak
Cihat UYSAL
Mimar Y. Müh.
Bugünkü bilgilerimize göre ilk insan Afrika’da ortaya çıktı ve oradan dünyaya yayıldı. Yeryüzünde canlıların yaşamını kolaylaştıracak koşullar o dönemde Afrika kıtasında var idi. İklim koşullarının ılıman ve yağışlı olması nedeniyle, geçmişte olduğu gibi bugün hala bu gibi bölgelerde canlının yaşamını sürdürmesinin daha kolaylaştırıcı olduğunu sanıyorum. Bu süreç, canlıların çeşitlenmesi ve evrimine olanak vererek bugün bilimin homo sapiens diye adlandırdığı atalarımızın ortaya çıkmasına kadar sürdü. Barınma yani, canlıların kendisine yuva yapması, beslenmeden sonra canlıların en önemli ihtiyacı. Bu ihtiyaç evrim sürecinde giderek öne çıkan bir şey. Genel olarak bitkiler sadece belirli koşullarda varolup, yaşamını sürdürebilirken, hayvanlar için durum farklı. Kuşun yuvası, arının peteği, yılanın yuvası, ayının ini gibi oluşumlar dikkate alınırsa, kaçınılmaz olarak, barınma kavramının canlılarda insandan önce oluştuğu anlaşılıyor.
Canlıların böylesine zengin bir çeşitlilikle türemesi ve çoğalmasına olanak veren koşullarla beraber iklim değişikliği, nüfus artışı, besin arayışı, insanoğlunun her koşula uygun yapay çevre oluşturma yeteneğinin gelişmesi sayesinde yeryüzüne yayılma süreci başladı. Göç edilen yerlerin çevre koşulları Afrika’nın ılıman yağmur ormanlarına göre barınma ihtiyacını öncelikli hale getirdi. Doğa koşulları zorlaştıkça onunla mücadele süreci insanoğlunu onu anlamaya, öğrenmeye yönlendirdi. Özellikle, yerleşik düzene geçen tarım toplumlarında barınma kalıcılığın en önemli ögesi oldu. Bugün adına uygarlık dediğimiz şey de aslında bu süreçtir. Tarihte Mezopotamya gibi ülkemizde de bu süreç yoğun bir biçimde yaşanmıştır. Bundan onbin yıl öncesindeki yaşamın en belirgin kalıntıları Anadolu’nun bir çok yöresinde yani ülkemizde bulunmaktadır.
İnsanoğlunun yerleşik bir düzende yaşamaya başlaması, toplu yaşamın belirli kurallara göre düzenlenmesini gerektirdi. Barınma ihtiyacının giderilmesinde yeryüzünün çeşitli yörelerinin değişen koşulları farklı çözümlemelere yol açtı. Bu süreç de geleneksel ve yöresel kültürleri oluşturdu. Uzun yıllar boyunca üretilen yapılar iklim, çevre ve geliştirilen tekniklere göre farklılık gösterse de çözümler bitki, toprak, taş, su, ahşap gibi malzemeler ile yerçekimi, iklim, güneş, deniz, rüzgar… gibi etkenlerin belirlediği ortak bir kimlik oluşturdu. Tarihten bugüne elimizde kalan, genellikle hükümdarların gücünü simgeleyen, doğa koşullarına daha çok direnebilen, anıtsal taş yapılardır. Toplumlardaki nüfus artışı, üretim, savunma, eğitim… gibi işlevler için uzmanlaşmayı gerektirdi. İnsanoğlunun doğa ile ve toplumların kendi aralarında sürdürdüğü mücadele bilim ve teknolojideki gelişmeleri hızlandırdı..
Uygarlıkta insanoğlunun gerçekleştirdiği, bütün dünyayı etkisi altına alan en büyük dönüşüm, 17. yüzyılda başlayan büyük sanayi devrimi yani, akıl çağı (rasyonalizm) dır. Sanayi devriminden önceleri neredeyse yapılan herşeye mimarlık deniyordu. Bütün yapı ve yerleşim kararları mimarlar tarafından verilirken, yapım tekniklerinde geleneksel hale gelmiş yöresel tekniklerin dışına çıkılmıyordu. Bu süreçte kurulan büyük imparatorluklar (yakılıp yıkılanlar hariç) bugüne kalan anıtsal yapılar yaptırdılar. İmparatorluğun gücünü ve tapınmayı simgelemek üzere yapılan bu yapılarda yapım tekniğinin gelişmesi çoğunlukla raslantısal sayılabilecek sıçramalarla oldu. Ancak, sanayi devriminin uygarlığın gelişmesine katkısı dünyadaki değişimi öylesine hızlandırdı ki, bilim ve teknoloji kullanıldığı her alanda uzmanlaşmaya yolaçtı. Yapılarda fiziksel özellikleri tanımlanabilen çelik, beton, betonarme gibi malzemelerin kullanılması yaygınlaştı. Mesleklerin bugünkü anlamda algılanmasına yolaçan bu süreç sonunda, önceden en ince ayrıntısına kadar belirlenen, hesaplanabilir yapıların üretilmesi olanağına kavuşuldu.
©Yapı Dünyası Dergisi 2007 Sayı: 2007/- de yayınlanmıştır.