Teknoloji ve Sanat Üzerine Araştırma ve Düşünceler

Teknoloji ve Sanat Üzerine Araştırma ve Düşünceler

Ragıp BULUÇ, Mimar

Yapabilme gücü anlamındaki Yunanca “Tekhne” deyiminden türeyen Teknik (Osmanlıca: Fen, İlim, Usülü Fenniye, Usülü Sinaniye, Marifeti Ameliye, Sanaat, İngilizce: Technics) toplumsal faaliyet yöntemlerinin tümü… Uygulayım deyimiyle özleştirilmiştir. Teknik için bir başka açıklamayı da şöyle yapabiliriz: Kuramsal Bilimin pratikteki uygulaması. Bilimin amacı bilgi, tekniğin amacı ise üretimdir. Bu anlamda teknik, teorik bilimden pratik anlamda yararlanmak demektir.

Teknik deyimi yaratma biçimi anlamında da kullanılır. Örneğin bu anlamda “Çalışma Tekniği, Düşünme Tekniği, v.b.” denir.

Ekonomik bunalımların nedenini teknik gelişmeye bağlayan görüşler olduğu gibi (Avusturyalı Ekonomist Schumpeter), bazı ekonomistler de (Abramovitz. Kendrick gibi) teknik gelişmeyi ekonomik büyümenin bağımsız bir etkeni olarak sayarlar. Teknik, insanın doğaya egemen olmasının aracıdır. Engels şöyle der: “Teknik gereksinimler ortaya çıktıkça bu gereksinimleri yerine getirmesi için toplum, bilim üstünde on üniversiteden daha çok etkide bulunur.” Gerçekten bilim de pratikten doğmuştur ve pratik temeli üstünde gelişir. Üretimin gereksinimleri bilimsel gelişmenin temel itici gücüdür.

Çeşitli teknikleri inceleyen ve yeni teknikler araştıran bilim dalına ise Teknik Bilim –Teknoloji–  diyoruz. (İlimi Ameli Fenniyat, Aliyat, Sınaiyat, Mephası Fünun ve Sanayi, ilmi Sanayi Mihakiniye, İlmi Usülü Fenniye, İlmi Usülü Sınaiye, İlmi Istılahatı Fenniye, İngilizce: Technology)

Marx “Teknik, nesnelleşmiş bilgi gücüdür.” Der. “Bundan ötürü teknik toplumsal ilişkilerden koparılıp tek başına ele alınamaz.” Tekniği diğer ilişkilerden koparıp tek başına ele alışı işleyen görüşe Teknikbilimsel Gerekircilik (Osmanlıca: Fenniyatçı Muayyeniyetçilik, Fransızca: Determinisme Technologique) denir.

Teknik, üretim güçlerinin ve toplumun bir parçası olarak gelişmede etkendir. Tekniğin gerçek gelişmesi üretimin otomatikleştirilmesiyle, eşdeyişle Otomatlar Tekniği (Osmanlıca: Zatülharelle, Fransızca: Automatıon) ile gerçekleşecektir. Bu teknik sadece üretimin değil, üretim sürecinin düzenlenmesi ve denetlenmesinin de sibernetik aygıtlarla yapılmasını sağlayacaktır. O zaman çalışkan insan üretim sisteminin içinde değil, yanında yer alacaktır ki insanın asıl yeri de budur. İnsanın gerçek faaliyeti fiziksel değil ussal gücüyle yaratma faaliyetidir. İnsan o zaman tüm özgürlüğüyle gerçek faaliyetinin sınırsız olanaklarına açılacaktır. İnsanı insanlığından etmek için kullanılan teknik, ancak o vakit insanı insan etmek için kullanılacaktır ve artık teknik, insanın canavarı değil hizmetçisi olacaktır.

Teknik ilerleme, bilimsel ilerlemenin pratiğe uygulanışının sonucudur. İnsanlar en az çalışmakla en yüksek değer elde edebilmek için sürekli olarak üretim araçlarını geliştirmişler, daha yenilerini yaratmışlardır. Üretim güçleri deyimi, üretim araçlarıyla onları kullanan insanları kapsar. Üretim güçlerinin bu iki bölümü arasında sürekli bir etkileşim vardır. İnsanlar üretim araçlarını geliştirirken kendilerini de değiştirmiş ve geliştirmişlerdir. Her yeni üretim aracı yeni deneyimler kazandırmış ve yeni meslekler oluşturmuştur. İnsanların çalışma araçlarını değiştirişi ve onlar tarafından değiştirilişi (eşdeyişle üretim güçlerindeki değişim) Üretim İlişkileri’nin de değiştirilmesini gerektirmiştir. Böylelikle üretim ilişkileri de üretim güçlerinin iki bölümü arasındaki etkileşime katılır. Üretim güçlerinin yapısına uygun düşen üretim ilişkileri, üretim güçlerini daha da geliştirir. Üretim güçlerinin yapısına uygun düşmeyen (eşdeyişle üretim güçlerinin gelişmesine ayak uyduramayıp geri kalan ) üretim ilişkileriyse üretim güçlerinin gelişmesine engel olur. Engelleme durumundaysa da üretim biçiminin tümüyle değişmesi ve yeni uygun üretim ilişkilerinin kurulması zorunlu hale gelir. Demek ki teknik ilerleme insanların üretimsel çalışmalarının ürünüdür.

İnsanın nesnel gerçekliği estetiksel biçimde yeniden yaratması ve bunu yapabilme yeteneği olarak da tanımlanan sanat deyimi, bir işi güzel bir biçimde yapabilmek anlamına gelen Arapça “Sun” sözcüğünden türemiştir. Doğal olmayan anlamındaki sun’i sözcüğü de buradan gelir. Araplar ilkin bu deyimi insansal gereksinimlerini karşılamak için yapılan iş anlamında Sınaat (çoğulu Sanayii) biçiminde kullanmışlardır. Dilimizde insanın gereksinimlerini karşılamak için el uzmanlığıyla yapılan iş anlamındaki “Zanaat” deyiminin kaynağı bu anlamdır. Sanat ve zanaat deyimleri her zaman insansal ürünler için kullanılmıştır. Deyimin Avrupa dillerindeki karşılığı –Hint– Avrupa dil grubunun düzenleme ve bitişme düşüncesini dile getiren “Ar” kökünden türemiştir. Bu köken ilkin Yunancası da “kurmak” anlamında “Artios”, erdem anlamında “Arete” ve uyum anlamında “Harmonia”, Latincede “varlık biçimi” anlamında “Ars”, yapıcı anlamında “Artifex”, yapma anlamında “Artificium” ve iyi kurulmuş anlamında “Artus” deyimleri oluşmuştur.

Tarihsel süreçte sanatın ne olduğu üstüne pek çok kurgular ileri sürülmüştür. Bunların  başında Platon ve Aristoteles’in güzellik felsefelerine dayanan Öykünmeli Sanat (Osmanlıca: Taklidi Sanat ) anlayışı gelir. Platon ve Aristoteles’e göre sanat bir öykünme (Osm.: Taklit, Yunanca: Mimesis)’dir. Şu farkla ki Platon’a göre öykünmenin öykünmesi olan sanat (Çünkü Platon’a göre sanatın konusu olan her şey de “idea”nın birer öykünmesidir.) Aristoteles’e göre gerçeğin öykünmesidir. Bundan başka Aristoteles, sanatın üç etkisi olduğunu ileri sürmüştür: “Eğlendirir, eğitir, arıtır.” 18.yüzyılın ilk yarısına kadar geçerli kalan bu sanat anlayışı yerini Fransız düşünürü ve yazarı Rousseau’nun Anlatımlı Sanat (L’art Expressif) anlayışına bırakmıştır. Bu anlayışta önemli olan güzellik değil, duygusal taşkınlıktır. Bundan ötürü de güzeli öykünmeyi değil, güzel anlatımı gerektirmektedir. Bu romantik ve fantazici anlayış da giderek yerini Biçimci Sanat (L’art Formatif) anlayışına bırakmıştır. Bu anlayışa göre de sanat bir biçimdir. Bunların dışında, Platınos’tan Schelling, Hegel ve Schopenhauer’e kadar uzayan bir dinsel kurgular zinciri de vardır. Bunlara göre sanat saltık ruh’un ya da Tümel İrade’nin ürünüdür. Yüzyılımızda sanatı, bilinçaltı duygu ve düşüncelerin ürünü olarak gören bür çok akımlar türemiştir. Toplumcu Sanat görüşü ise sanatı “Nesnel gerçekliğin insan bilincinde estetiksel imgeler halinde yansıması” olarak kabul eder. “Sanatın bilimden farkı, bilimin nesnel gerçekliği soyut kavramlarla yansıtmasına karşı, sanatın somut sanat ürünleriyle yansıtmasıdır.” der.

Sanat, insansal çalışmada ve yaşamada her zaman güç verici olmuştur.

21.yüzyıla girerken sanayii dönemini tamamlayarak, bir devrimle yeni bir dönem başlatan uluslar, içinde bulundukları devri değişik bir biçimde adlandırmaktadırlar. Kimisi Elektronik Çağ, bir diğeri Sibernetik Çağ, bazıları ise Üstün Teknoloji Devri demektedirler.

Bu aşamada en büyük araştıma akümülasyonu yeni ve bitmeyen enerji kaynağı bulunması üzerine yapılmaktadır. Sanayi toplumunun gelişmiş üyeleri dönemlerini tamamladıkça modası geçmiş kollarını ileri teknolojiye sahip olmayan, emeğin daha ucuz olduğu gelişmekte olan ülkelere transfer etmektedirler.

Böylece bu endüstri kollarının toplumdaki etkisi azalmıştır. Onların yerini Dinamik Sanayiler almıştır. Bunlar; yeni gelişmeye başlamış olan Kuantum Elektroniği, Enformasyon Kuramı, Moleküler Biyoloji, Oşinografi, Ekoloji, Genetik ve Uzay Bilimlerinin bir araya gelerek geliştirdikleri bir hamle sayesinde mümkün olmuştur. Bu bilgilerle sanayi devrinin kaba zaman ve mekan anlayışı aşılmıştır.

İleri Teknolojinin (Hi-Tec) ortaya çıktığı durumun bariz belirtileri, bugün Amerika, Japonya, İngiltere, Almanya ve Kanada’da kendini apaçık göstermektedir. Bu dalganın temel teknolojisini oluşturan dört sanayi grubu vardır;
• Elektronik ve bilgisayar sanayi
• Uzay sanayi
• Denizler (Oşinografi)
• Gen endüstrisi

İleri teknoloji uygarlığında, haberleşme baştan başa değişmiştir. Toplum hızla değişir hale gelince ve devamlı bilgiler geldikçe, gerçeklik anlayışımıza göre hazırlanmış olan imajların yenilenmesi gerekmektedir.

İmaj geliştirme sürecinin hazırlanması, imajların da  kısa ömürlü olmasına yol açmıştır. Poloraidler, Fotokopiler, Fikirler, İnançlar, tutumlar ortaya çıkar, tartışılır, benimsenir ve her gün bir sürü bilimsel ve psikolojik kuram çöp sepetini boylar. İdeolojiler çökmekte, ünlü kişiler unutulup gitmektedir. İleri teknoloji sadece haber akışını hızlandırmamış, günlük yaşamın gereksinimi olan bilgilerin yapısını da değiştirmiştir. İleri teknoloji ile kitle haberleşme araçlarının etkileri de azalmakta, haberleşme her bireyin ilgilendiği konuya göre değişmektedir.

Bunun yanı sıra geliştirilen video sistemleri ve bu tür icatların amacı, kalabalık TV seyircisini dilimlere bölmektir. Her dilim değişik kültür çeşitliliğini sağlar. İleri teknolojinin kitleyi değil bireyi hedef alan haberleşme çağı gittikçe yaygınlaşmaktadır.

İleri teknoloji, paylaşılan azınlık türünde bir demokrasi tercih etmektedir. Demokrasi de deneyimden yanadır, Ulusötecilik (Transnasyonalizm) taraftarıdır. Büyük bürokrasilerin karşısındadır, yenilenebilen ve merkezci olmayan  bir enerji düzeni ister. Çevre sorunlarına öncelik tanır. Dünya Ekonomisi’nin dengeli ve adil olmasını kabul eder.

Üretimin içinde değil yanında yeralmasıyla insan elde edeceği zamanı san’at etkinliklerini takibe ve bu etkinliklerin içinde daha aktif rol almakta kullanacaktır. Sanat ürünü oluşturacak malzemeler klasik anlayıştan uzaklaşacak, teknolojinin sunduğu daha pratik ve ucuz malzemelerle, geniş kullanım olanaklarını beraberinde getireceklerdir.

Tarihsel olarak batı, doğu ile temasta olduğunda, teknolojinin hızlı adımlarla ilerlediği bir gerçektir. Örneğin, Haçlı düşmanı Müslümanlarla (Saracens) ve Türklerle ilişkide bulunduğunda, bütün teknolojisi Teolojiden ibaret olan Hrıstiyan Roma, bilim ve teknikte atılımlar yaptı. İncil ile ters düştüğünde bilimin dine aykırı olduğu düşüncesi batı dünyası üzerinde etkin olduğunda gerçek bilimsel ve teknolojik gelişmeler durdu. Sarakanlar (Haçlı düşmanı müslümanlar) zamanında bilhassa İskenderiye’de olduğu gibi, öğrenme hrıstiyanlıktan arıtıldığında müthiş bir ilerleme kaydedildi. Eğer bu, Batı’nın Doğu ile olan ilk bağlantısı olarak ele alınırsa, ikincisi de İngiltere’nin Hindistan’ı sömürüp, Çin ve Japonya ile temasa geçtiği Endüstri Devrimi’nin başlangıcında olmuştur.

21.yüzyılda gelişen iletişim ve bilgi birikimi ile, Doğu ve Batı düşünce tarzının üçüncü kez karşı karşıya gelebilecekleri tüm dünyada tartışılmaktadır.

İlk Hıristiyan Roma Kilisesi zamanından bu yana Hristiyanlık, doğa ve insan dünyası, insanlık ve teknoloji, san’at ve bilimsel teknoloji, din ve bilim gibi ikilemlerin oluşturduğu kültüre sahip olan Batı Uygarlığı’nı egemenliği altına almıştır. Bu ikilemler, Modernist (Yenilik Taraftarı) dönemde artık sona ermektedir.

Bilimde gereğinden fazla ihtisaslaşma toplumda bilimin değeri yönünden şüpheler uyandırmıştır. Örneğin bilim, yavaş yavaş insan hayatından ortaya çıkarılmış, Fen ve Sosyal Bilimler olarak ikiye ayrılmıştır. (Giderek Tabiat Bilimleri de aralarında Fizik, Kimya, Tıp, v.b. gibi bölümlere ayrılmıştır.)

Bilimi, insan hayatına bağlantılı olarak incelemek asıl amaçlarımızdan biri olmalıdır. Henüz hiçbir açık cevap ortaya çıkmamasına rağmen, bilimi bu ışık altında görmek dünyanın her yerinde yaygınlaşmaktadır.

Bu sorunlar, bilim ve sanatın, insanın günlük hayatıyla içten içe ilintili olarak görüldüğünde, daha kolay anlaşılabilir bir düzeyde olacaktır. Yeni nesillere de (Genç ve çocuklar) bilimi ve san’atı öğretmek isteği kabul edilmelidir. Bugün çocukların içindeki bilime karşı olan ilgiyi de göz önünde bulundurmalıyız. Büyükler, yeni nesillere talimatlar vermek yerine, onları duygusal bir şekilde tepki gösterecekleri ve bu duyguları arıtıp, yoğunlaştıracakları etkinliklere özendirmeye çalışmalıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir