Deprem ve Yapı Denetimi (1)
Necat ÖZGÜR
İnşaat Y. Mühendisi
Giriş
Yapı denetimiyle görevli teknik elemanlar, denetimin özellikle deprem nedeniyle ön plana çıktığı günümüzde, dış dünyadaki uygulamaları da iyi izlemelidirler. “QA/QC” kısaltmasıyla bilinen “kalite güvencesi / kalite kontrolü” kavramı pek çok ülkede yıllardır mühendisliğin içindedir. Firmalarımız yeni değerlendirme ölçütlerinin zorlamasıyla ‘kalite yönetimi belgesi’ alma çalışmalarını sürdürüyorsa da “QA/QC” mühendislik yaklaşımı şantiye ve merkezlerinde ne derecede yaşama geçiriliyor, bilinemez. Kalite yönetimine ilişkin olmayan bu yazıda sadece ülkemize özgü denetim sorunları ile yakın tarih uygulamaları ele alınmaktadır;
Yapı denetimi konusunun ülkemizde ana uygulama rehberi “Yapı Denetim Kanunu” olmakla birlikte, bu yasanın kapsamı henüz dar tutulmaktadır. Kamu kuruluşları tarafından yaptırılan yapılarda Yapı Denetim Kanunu geçerli değildir. Yapı Denetim Kanunu kapsamında olmadığı anlayışıyla şimdiye dek denetim belirsizliği yaşatılan ve pek çok yerde tasarım-yapım sorunları nedeniyle ağır hasarla karşılaşılan özel sektöre ait hidroelektrik santraller (HES) için de 13.02.2011 tarihli ‘Torba Yasa’ ile dış denetim zorunluluğu getirilmiştir. Bu yapılarda bağımsız denetim yapılabilecek mi; zaman içinde göreceğiz.
Yıllardır TBMM gündemine gelememiş bir taslak olan “Yapı Kanunu Tasarısında” tüm imar, yapım ve denetim mevzuatının, tüzük ve yönetmeliklerinin aynı yasal çatı altında toplanmasının gerekliliği dile getirilmektedir. Hukukumuzda ‘çerçeve yasa’ kavramı yer almasa da, zaman içinde mevzuatı çok dağılmış olan ‘yapı işleri’ konusunda böyle bir başlangıç herhalde yerinde olacaktır.
Genel Olarak Yapı Denetimi
Kamusal bir kaygı olması gereken yapı denetiminin başarılı olmasının ilk koşulu olan bağımsız denetim olgusu yasalarımızda yer almamaktadır. Aksine, yüklenicisi ile genellikle özdeş olan yapı sahibine kendisini denetleyecek kuruluşu seçme hakkı verilerek, olası istenmeyen ilişkilerin yapı niteliğini etkilemesine yol açılmaktadır.
Yapı denetimi fiziki planlamadan imar koşullarına (2), tasarımdan uygulamaya, malzeme üreticisinden satıcısına, mal sahibinden yükleniciye kadar farklı unsurları içeren kapsamlı bir süreçtir; her ülkenin kendi koşullarında çalışır. Başka bir ülkede başarılı olan bir yöntemi olduğu gibi getirmekle, yapılarının büyük çoğunluğu kaçak olan ülkemizde aynı sonuçların elde edilebileceği düşünülmemelidir. Yapı denetimi, sadece depreme dayanıklı tasarım ve yapım açısından ele alınmamalı, ‘garanti süresi’ diye adlandırabileceğimiz belli bir işletme dönemini de kapsamalıdır. Yapı denetimi planlama, tasarım, yapım, işletme gibi yapı üretimi sürecinin tüm aşamalarını kapsamadığı takdirde, yapının ancak parsel ölçeğinde teknik kurallara uygun olarak yapılmasından söz edilebilir.
Yangın, sel gibi deprem dışı riskleri göz önüne almayarak denetimin sadece taşıyıcı sistemle sınırlanmasını, tesisat, elektrik ve ince işlerin denetim dışı bırakılmasını isteyen yapımcılar için bütünleşik denetim anlayışı aşırı gelebilir. Ancak, son günlerde medyada İstanbul’un siluetini bozduğu için bazı katlarının yıkılmasından söz edilen Zeytinburnu gökdelenleri gibi yapılar “yapı denetimi” kavramının bölünmesinin üzücü örnekleridir. Yine de, “yapıların deprem güvenliği” en önemli denetim unsurudur. Yapılar depreme karşı güvenli duruma getirilebilirse, yapı üretimi sürecinin bütünündeki aksamalara karşın, depremde ölümcül hasarla karşılaşılmaz.
Denetim sürecindeki teknik elemana gelince: Ülkemizde, mimarlık ve mühendislik hizmetleri, diplomayı alıp meslek odasına kayıt olunduğunda, tam yetkiyle yapılabilmektedir. Öyle ki, imzacılık bir geçinme biçimi olmuştur. Yetkinlik ya da uzmanlık kavramı konusunda gerçekçi düzenlemeler nedense yapılmamaktadır. Sorun, yetkinliğin, mühendis yetiştirme olgusu yerine, seçkinci bir yaklaşımla ele alınmasında yatıyor.
Yapı Denetiminde Kamusal Boyutlar
Deprem ve Yapı Denetimi, kamusal boyutlarından soyutlanarak, özelleştirilmiş denetim ilişkileri içinde çözülemeyecek kadar ağır bir konudur. Ayrıca, denetim bir sigorta teminatının sorumluluğu içinde yürütülmezse, kamu tarafından da yapılacak olsa, yeterince anlamlı olamaz. Denetimin kamusal boyutları aşağıda belirtilmektedir.
Araştırma Boyutu
Deprem güvenliği, ‘yeni yapılacak’ ve ‘var olan yapılar’ olarak iki ayrı kategoride düşünülmeli; öncelikle de çoğunluğu depreme karşı yeterli güvenlik taşımayan yapıların dökümü çıkarılmalıdır. Ülkemizde -sadece İstanbul’da 1 milyon civarında olmak üzere- bu tür milyonlarca yapıdan söz edilmektedir. Değerlendirme sonucunda, ‘yeterli yapı güvenliği taşıyor’ ile ‘kurtarılamaz, yıkılmalı’ diye nitelendirilenlerin dışında, yapıların önemli bir bölümüne de ‘güçlendirme’ uygulamak gerekecektir. Kurulacak ‘bilgi altyapısı’, depremi ilgilendiren tüm mühendislik, kent ve bölge planlaması, ekonomi, toplum ve yer bilimi verilerini belli bir sistematik içinde toplamalı ve herkese açık olmalıdır.
Eğitim Boyutu
Nicelik ve nitelik bakımından yeterli mühendis kadrosu yetiştirilmelidir. Ne yazık ki, yapıları -genel konuşmak doğru değil ama- mühendis değil, diploma denetliyor. Yapı Denetiminin en önemli unsuru olan mühendisin eğitimi, ‘üniversitede mühendislik biçimlenimi’ ile ‘çalışan mühendisin geliştirilmesi’ olarak iki ayrı bölümde ele alınmalıdır. Üniversitede bilgi aktarımından daha da önemli olan, düşünsel yetenek ve onun yanı sıra aydın bir kişilik geliştirmek; mühendisliğin temel ilkelerinin, sağlam bir fiziksel davranış bilgisinin özümsenmesini sağlamaktır.
Üniversitede en ideal koşullarda bile tam anlamıyla öğrenmeyeceği mesleğini, uygulamanın içinde geliştirmek zorunda olan mühendis meslek-içi eğitim yoluyla desteklenmeli; meslek-içi eğitim sürecinde konuyu tam olarak anladığını ve uygulamaya geçirebileceğini sınavlarla kanıtlamalıdır. Yalnız diplomayla değil, kendini geliştirip kanıtlayarak mühendis olunmalıdır.
Mühendis yapılabilirlik, çözümleme ve tasarım aşamasında fiziksel problemi irdeler; çözüm önerir. Tasarımın uygulanması ve uygulamanın denetlenmesi ikinci aşamadır. Yapımla ilgili metraj, keşif, ihale, teklif hazırlama, iş programı, hak ediş ve benzeri yönetsel işler üçüncü aşama olarak önemli bir yer tutmaktadır. Mühendisleri geliştirecek meslek-içi eğitim bu farklılıklar göz önüne alınarak planlanmalıdır.
Meslek-içi eğitim meslek odalarının önemli bir yükümlülüğüdür. Eğitim konularının meslek odaları çalışma programlarında yer alması ve bir standart takvime bağlanması yoluyla kurumsallaştırılması beklenir. Eğitim sonucunda yapı denetimini uygulayacak mühendisin yönetmelik koşullarını iyi bilmesi, yönetmelik koşullarının ardında yatan fiziksel olayları yorumlayabilir duruma gelmiş olması gerekmektedir. Mühendis, yönetmelik maddeleri ile fiziksel davranış ilişkisini irdeleyemezse, denetimde çıkan sorunlara çözüm bulamaz.
İnsan Boyutu
Toplumsal değer yargıları uygun değilse, yapı denetim sistemi ne kadar gelişmiş olursa olsun, sağlıklı biçimde yaşama geçirilemez. Haksız kazanç edinmek yetenek sayılıyorsa; proje, denetim, alınması zorunlu ruhsat, imza, onaylar atlatılmaya çalışılıyorsa; deprem güvenliği için maliyet ödemeye hazır olmayan toplumun bu bakışını kişisel çıkar için kullanarak denetiçi teknik elemana baskı yapan yöneticiler varsa, ideal yapı denetimi düzeni bile istenilen sonucu veremez. Yapı denetiminin gerektirdiği incelemeler konusunda sokaktaki adamın bilinçlenmesi, bu nedenle işin zor ve zaman alıcı bir boyutudur.
Örgün eğitim çerçevesinde kurslar, konferanslar, çalışma grupları düzenlenerek, yaygın eğitimde ise, medya, kışla, cami, kahvehane gibi her türlü olanaktan yararlanarak değer yargılarının dönüştürülmesine çalışılmalıdır.
Finansman Boyutu
Özellikle güçlendirme ve yeniden yapım konularında kamusal finans olanakları ve teşvik mekanizmaları yapı güvenliğinde kaçınılmaz bileşenlerdir.
Yasal Boyut
Yönetmelikleri, gerekli belgeleri ile sistemin küçük çıkar baskısı ile değişmeyecek, imar aflarını reddeden oturmuş bir yasal dayanağının olması gerekmektedir. Bu dayanak öncelikle yapı denetim sisteminin denetlenmesini içermelidir. Yapı denetim şirketinin yapımcıdan bağımsız denetim yapabilmesi ile denetim hatalarının ağır bir biçimde cezalandırılması birlikte ele alınmalıdır.
Toprağının yüzde 96’sı, nüfusunun yüzde 98’i deprem tehlikesiyle karşı karşıya olan ülkemizde uzun yıllardır yürürlükte olan imar ve afet mevzuatındaki çeşitli hükümlere rağmen etkili bir yapı denetimi uygulanamadığı bir gerçektir. Hızlı nüfus artışı ve göçler, denetimsiz kentleşme ve sınaîleşme, yoğun kaçak yapılaşma ülkemizdeki deprem hasarı ve diğer afet risklerini her geçen gün daha da artırmıştır. 1950’lerden beri yerleşim alanlarının bir planlama çerçevesinde değil, doğrudan doğruya sanayinin çarpık gelişmesine koşut olarak kentlerde teşvik gören yığılmalarla oluştuğu ülkemizde, 2/3 oranında olduğu ifade edilen kaçak yapıları en güzel yapı denetimi yasasını çıkarsanız da denetlemiyorsunuz.
Denetim dışı yapılar, imar affıyla ya da plan revizyonları ile kullanılabilir hale getirildiğinde, etkin bir yapı denetimi düzeni oluşturarak depreme hazırlıklı olmanın yolu da tıkanmaktadır. Aksine, denetimin sonuç verebilmesi için bu tür yapıların ticaretlerinin durdurulması gibi ağır caydırıcı yaptırımlar mevzuata eklenmeli; yapıların yenilenmeleri sağlanmalıdır.
Yapı Denetimi Kanunu
Yerleşme ve yapılaşmaları düzenleyen 3194 sayılı İmar Kanunu’nda yapı denetiminin birinci bileşeni olan proje denetimi yerel yönetimlere (belediyelere veya valiliklere), ikinci bileşeni yapım denetimi ise “fenni mesul”, “teknik uygulama sorumlusu” dediğimiz serbest çalışan mühendis ve mimarlara verilmiştir.
İmar Kanunu ve ilgili yönetmelik hükümleriyle getirilen denetim faaliyetinin doğru yürümediği, yasadaki hükümlerin etkisiz ve yetersiz kaldığı 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde yaşanan büyük depremlerde görüldü. Can ve mal kayıpları, denetimsiz yerleşme ve yapılaşmaların zararlarını bütün açıklığıyla ve ağır bir bedelle göz önüne serdi. 18.373 kişinin öldüğü, 48.901 kişinin yaralandığı ve 376.685 konutun çeşitli oranlarda hasar gördüğü 17 Ağustos ve 12 Kasım depremlerinden sonra mevcut yapı denetimi sisteminin değiştirilmesi toplumsal bir talep haline gelmiş; yeni yasal düzenlemeler hızla yapılmıştır. Bu kapsamda 10.07.2000 tarihinde yürürlüğe giren 595 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin (KHK) Anayasa Mahkemesi tarafından 24.05.2001 tarihinde iptalinden sonra çıkarılan 13.07.2001 tarih- 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkındaki Kanun halen yürürlüktedir.
595 sayılı KHK ile getirilen yenilik, yalnız yapı denetimi açısından değil, mühendisliğin geleceği için de büyük önem taşıyan uzman mühendislik olgusuydu. (601 sayılı KHK ile yasallaşmış olan ‘Uzman Mühendislik’ de Anayasa Mahkemesi tarafından sonradan iptal edilmiştir.) Kararnameler yürürlükten kalkınca bir geri dönüş yaşanmıştır. 595 sayılı KHK’nin yürürlükte olduğu 11 aylık sürede 27 pilot ilimizde 1.800 ruhsat alınırken, iptal tarihi olan 24.05.2001 ile Yapı Denetim Kanununu çıktığı 13.07.2001 tarihleri arasında, kararnamenin iptalinden sonra ve yeni yasa öncesinde 35 bin adet ruhsat verilmiştir.
595 sayılı KHK’nin ortadan kalkmasının yarattığı boşluğu gidermek amacıyla, biraz da aceleye getirilerek 4708 sayılı Yapı Denetimi Kanunu (3) yürürlüğe girdi. Yasayla yapı denetimi görevi -kontrol yerel yönetimlerde kalmak kaydıyla- yapı denetim kuruluşlarına verilirken ana gerekçe, özellikle doğu ve güneydoğu illerimizde kamuda teknik personel istihdamının yetersizliğiydi. Kanunun amacı, kaliteli yapı yapılması için proje ve yapı denetimi sağlamak; yapı denetimi usul ve esaslarını düzenlemektir. Bu kanun, uygulandığı yörelerde İmar Kanunu’nun 26.maddesinde belirtilen kamuya ait yapılarla yine 3194 sayılı Kanununun 27.maddesinde yer alan köy yerleşik yerlerindeki yapılaşmalar hariç tüm yapıları kapsar. Organize sanayi bölgeleri ve serbest bölgelerdeki yapılaşmalar da kapsam içindedir. Yasada özellikle 2011 yılı içinde çeşitli değişiklikler yapılmıştır. (4)
Çevre ve Şehircilik Bakanlığının (daha doğrusu önceki Bayındırlık Bakanlığının) hazırlamış olduğu -yasada yapılacak değişiklikleri içeren- yeni bir yasa taslağı da çeşitli kuruluşların görüşlerine açılmıştır. TMMOB, İMO ve diğer ilgili odaların bu taslak hakkındaki görüşleri internet sayfalarında izlenebilir. 4708 Sayılı Kanun’da yer almayan ama bir yapı denetimi yasasında bulunması gerektiğini düşündüğüm hususlar aşağıda belirtilmektedir.
– Yapı İşleri Genel Müdürlüğünün genelgesiyle, “artık jeoteknik (5) raporlama işlemleri Bayındırlık Bakanlığından yetki almış zemin laboratuarları eliyle yapılacaktır”. Yeteri kadar belgeli laboratuar olduğu kuşkuludur. Doğruluğu ya da tekniğinin uygunluğu konusunda yasada bir yaptırım bulunmayan zemin etütleri belirli bir standarda oturtulmalıdır.
– 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunundaki haklar kapsamında müellif mimarın mesleki kontrollük yetkisi ve denetim süreci içerisindeki rolü tanımlanmalıdır. Üstyapı malzeme ve bileşenlerinin niteliği, kullanılışı, yangın, yalıtım ve benzeri işlevler mimarlık mesleğinin sorumluluk kapsamı ve çalışma alanı içindedir.
– Türkiye’de henüz inşaat malzemeleri üretiminin denetlenmemesi ve ithalatın belli ölçütlere bağlanamaması nedeniyle standart malzeme sunumunun gerçekleşebildiği söylenemez. Uzakdoğu ülkelerinden -Türk standartlarına uygun olmasa da- inşaat ve tesisat malzemeleri ülkemize sokulmaktadır. Yüklenici, piyasada satılan bir malzemeyi kullanmak istediği zaman, denetimcinin kullandırtmama konusundaki yetkisi tartışmalıdır. 2004 Nisanda yürürlüğe giren Yapı Malzemeleri Yönetmeliğine göre Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde, CE “Conformity of Europe” standardında yapı malzemelerinin -TSE daha tam yerleşmemişken- Türkiye genelinde kullanılması artık serbesttir.
– Yüklenici kavramının da aydınlığa kavuşturulması gerekiyor. Herhangi bir kişinin vergi dairesine ve ticaret odasına kaydını yaptırdıktan sonra, bu yapı denetim mevzuatı kapsamında yüklenicilik yapmasına bir engel yoktur. Yüz bini aşkın yapı yüklenicimiz var. Devlet yüklenici seçerken, Kamu İhale Kanunu gereği sınırlamalar ortaya koyuyor. Ancak, özel parselde yapı yükleniciliği için resmi ölçütler yoktur. Meslekten olmayan yüklenicilerin bilinçsizce yaptığı hatalar, yapının güvenliğini etkileyerek bütün mesleğin adını kötüye çıkartmaktadır. İnsan yaşamıyla doğrudan ilişkili olan bu yapı işi salt ticari bir alan olarak algılanmamalıdır.
– Usta ve işçilerimiz bir belge düzenine bağlı olmadan çalışırlar. Yurtdışında yüklenicilik yapan firmalarımız ise belgesiz işgücü istihdam edemezler. ODTÜ içerisinde, bir İngiliz sertifikasyon kuruluşuyla beraber, amacı yurtdışındaki işverenler için sertifikalı inşaat işçisi yetiştirmek olan ‘sürekli eğitim merkezi’ açılmıştır. Sonuçta, bu işçiler dönüp burada da çalışacaktır. Meslek odalarımızın gayretleriyle, bazı illerde özel idarelerin de katkılarıyla meslek-içi usta eğitimleri veriliyorsa da yeterli sayıda olduğu söylenemez. Usta ve işçi sertifikalarının kendi uzmanlarımız tarafından artık uluslararası düzeyde verilebilmesi, sertifikalı işgücünün ülkemizdeki yapı işlerinde de zorunlu duruma getirilmesi gereklidir.
– Yabancı mühendis ve mimarlara ülkemizde çalışma hakkı veren yasa, 2006 yılında yürürlüğe girdi. Yurtdışından yükleniciler, mühendisler, mimarlar ellerindeki uluslararası sertifikalarla gelip ülkemizde görev yapabilecekler ama karşılığında bizler için benzer yollar tıkalıdır! Kamu İhale Kanunun’da yabancı firmalara uygulanan %15 fiyat engeli gibi bir düzenleme Yapı Denetim Kanununda da dikkate alınmalıdır.
– Yapı denetim sürecinin başarısı sigorta firmalarının sisteme girmesiyle ölçülür. Yapıların sigorta kapsamına alınması 595 sayılı KHK aşamasında da gündeme gelmiş, reasürans şirketleri bulunamamıştı. Tam bir özel sektör alanı olan sigortacılık bu nedenle kamu tarafından ele alındı: 2000 yılı başında Doğal Afet Sigortaları Kurumu, DASK kuruldu.
DASK sisteminde önce devlet sigorta yapmaya başlıyor, sigorta şirketleri de isterlerse giriyor. Ruhsat, satış gibi resmi işlemlerinin yapılabilmesi için yapıların DASK sigortası kapsamında olması zorunlu. Ancak, zamanı geldiğinde bu sigortaların yenilendiği pek görülmemektedir. Her türlü poliçenin süresi dolmadan sigorta edeni uyaran sigortacılar nedense DASK için uyarı yapmazlar. 21 Ekim 2011 itibariyle, DASK kuruluşundan itibaren 11.804 adet hasar dosyası için 25.384.004 TL (ki bir ayda küçük bir daire parasına denk gelir) tazminat ödemiştir. Son 11 yıl içinde ülke çapında uğradığımız deprem ve diğer afetler düşünüldüğünde, bu tazminat tutarının hasarın gerçeğiyle bir bağı olmadığı görülmektedir. Kamu ihalelerinde ise Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi uyarınca hak ediş ödemesinin ön koşulu olarak yükleniciler tarafından yaptırılması zorunlu olan “bütün riskler” sigortasını, sigorta firmalarının severek üstlenmesi bir çelişki gibi görünmektedir (6).
– Bir başka teknik konu da şu: Yapılarda taşıyıcı sistemle ilgili 15 yıl olan sorumluluk süresi, 16. yılda deprem olduğunda bitmiş mi sayılacak? Kesinleşen yargı kararları doğrultusunda sorumluluk süreleri yeniden düzenlenmelidir (7).
Depreme İlişkin Denetim Esasları
Depremler, geçmiş istatistik verileri değerlendirilerek, büyüklüklerine göre derecelendirilmektedir. Ülkemiz, %90 olasılıklı eş-ivme esasına göre, yerçekimi ivmesinin (g) katları cinsinden aşağıda tanımlanan 5 deprem bölgesine ayrılmıştır. (1 ile 9 arasında tanımlanmış olan deprem şiddeti ile ivme (derece) arasında da formüler ilişki vardır.)
1.derece: İvmesi 0,4g ve üzerindeki depremin %90 olasılıkla görüleceği bölgeler
2.derece: İvmesi 0,3g ve 0,4g arasındaki depremin %90 olasılıkla görüleceği bölgeler
3.derece: İvmesi 0,2g ve 0,3g arasındaki depremin %90 olasılıkla görüleceği bölgeler
4.derece: İvmesi 0,1g ve 0,2g arasındaki depremin %90 olasılıkla görüleceği bölgeler
5.derece: İvmesi 0,1g altındaki depremin %90 olasılıkla görüleceği bölgeler
Yapı Denetiminde kullanılan başlıca mevzuat Türk Standartları, Bayındırlık Bakanlığı (8) Genel Teknik Şartnamesi, Altyapılar için Afet Yönetmeliği, Zemin ve Temel Etüdü Raporunun Hazırlanmasına İlişkin Esaslar Genelgesi, Yapılar için Temel Sondajları Teknik Şartnamesi, Yapı Denetimi Uygulama Yönetmeliği, Binalarda Isı Yalıtımı Yönetmeliği, Bina Yapılacak Arsalarda Zemin Tetkiki ve Zemin Emniyet Gerilmesi Tayini hakkında Talimat, İnşaat Mühendisliği-Mimari Proje Düzenleme Esasları, Güçlendirme Yönetmeliği olarak sıralanır.
Mevzuatın en önemli bölümü olan ‘Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar hakkında Yönetmelik’ ‘Deprem Yönetmeliği’ olarak bilinse de 1. ve 2.Kısımlarında su baskını ve yangın gibi başka afetleri de içermektedir. Yönetmelikte, bina önem katsayısı, sıvılaşma potansiyeli, zemin sıkışıklık derecesi gibi değerler tasarım ölçütlerini belirlemektedir. Yönetmelikten seçilmiş hükümler aşağıda sunulmaktadır:
– Yapılaşma için yasak bölge sayılan yerlerde; çığ, yer kayması gibi afete uğrayan yerlerde bina yapılamaz ve mevcut binalar onarılamaz.
– Üzerinden 30 yıl geçmemiş yapay dolgu zeminlerde özel zemin iyileştirmesi yapılmadıkça, ya da gerekli temel tipi uygulanmadıkça bina yapılamaz.
– Deprem Yönetmeliği şiddetli depreme karşı korunma esaslarını düzenler. (Şiddetli deprem, 50 yıl içinde aşılma olasılığı %10 olan en büyük depremdir.)
– Binadan farklı hesap ve güvenlik esası içerdiği için Deprem Yönetmeliği kapsamı dışındaki yapılar: Yalıtılmış taşıyıcı sistemli bina, köprü, baraj, liman, tünel, boru hattı, ENH, nükleer santral, doğal gaz depolama tesisi, tamamı yeraltında olan yapılar.
– Tüm deprem bölgelerinde ahşap yapı en çok 2 kat, kerpiç ise 1 kat olabilir. Yığma yapı 1.Derecede 2 kat, 2. ve 3.Derecede 3 kat, 4.Derecede 4 kat yapılabilir.
Sonsöz
Ülkemizde “Yapı denetimi” olgusuna toplumun, kamu ya da özel sektör yönetimlerinin ve inşaat işleri içinde yer alan öğelerin bakışı genellikle bu olgunun gerektiğinden fazla önemsendiği ve yapım işlerini sıkıntıya soktuğu doğrultusundadır.
Denetim süreci özel yapılarda ciddi bir biçimde tanımlanmamıştır. Yapımcının kendisi ne kadar özen gösterirse denetim odur. Yerel yönetimlerin ve yasası çıktıktan sonra yapı denetim kuruluşlarının yeterli ve gerekli özeni gösterdiği söylenemez. Kent içindeki şantiyelere geçerken göz atın: Paslı inşaat demirleri döşenmeyi bekler! Yeni bitmiş bir evi aldıktan sonra yeniden boyatan, tesisatın değiştiren veya bu gibi değişiklikler yapma zorunda kalan çok kişiyle karşılaşmışsınızdır. Kamuya taahhüt edilen yapılarda da durum daha farklı değildir. Yüklenicilerimiz yurt dışında başarılı bulunmaktadır. Kendi ifadelerine göre kontrol oralarda acımasızdır. Aynı yüklenicilerimizin yurtiçinde yaptığı işlerde aynı performansı görmek pek mümkün olmuyor. Bu bize artık yakışmıyor.
Denetimsizliğe en ciddi örnekler özel enerji yapılarında görülmektedir. 2003 yılında EPDK düzenlenmesine teslim edilen bu yatırımlarla ilgili mevzuatta, denetim süreci tanımlanmamıştır. Bugüne dek çok sayıda HES’de ciddi hasarla karşılaşılmıştır (9). Öyle ki, bazı sigorta şirketleri bu yapılara poliçe vermemektedir. Bu tuhaf duruma “Torba yasa” içinde bir maddeyle çözüm getirilmiş; yapımcı tarafından, bu işler için kurulacak denetim şirketlerinin görevlendirilmesi zorunlu tutulmuştur. Ne var ki, şimdi de yatırımcılar denetim şirketi kurma çabasına girmişlerdir. Bağımsız denetim şansı belki yine kaçacaktır.
(1) 19.08.2003 günü İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Ankara Şubesi tarafından düzenlenen panelde deprem ve yapı denetimi tartışılmıştır. Paneli İMO Ankara Şubesi Başkanı Kemal Türkarslan yönetmiş, TMMOB Başkanı Kaya Güvenç konuya ilişkin görüşlerini belirtmiştir. Panelistler Deprem Konseyi Başkanı Prof. Dr. Tuğrul Tankut, Bayındırlık Bakanlığı temsilcisi Timsar Özer, Yapı Denetimi Derneği Başkanı Kürşat Kahratlı, Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanı Ayhan Çelik konuyu tartışmışlardır. Yazımızın içinde, bu panelden alıntılar da yer almaktadır.
(2) 1999’daki Marmara Depreminde hasarla karşılaşılan yerler kent merkezleriyle birlikte, genellikle yapıya elverişli olmayan birinci derece tarım arazileridir. Güvenli ve afetlere dayanıklı yaşam çevreleri oluşturmak amacıyla imar çalışmaları hayata geçirildiğinde, ülkenin gerçek anlamda yerleşme ve yapılaşma denetimi sağlanacak, depremlerde toplumca ağır sarsıntılar geçirmek kaderimiz olmayacaktır.
Yerleşim yeri planlamasında bilimin verileri kullanılarak, doğal afet bölgeleri dışında sağlam zeminli, şehircilik verileriyle uyumlu bölgeler seçilmeli; bu bölgelerin altyapıları yapılarak, halkın yerleşmesi teşvik edilmelidir.
(3) 595 sayılı KHK’nin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilme gerekçesi, mülkiyet hakkına kararname ile müdahale edilemeyeceğidir. 6 üye bu yönde oy kullanmış, 5 üye “mülkiyet hakkını düzenleyen yasa 3194’tür; 595 ile fenni mesullük işlemi kurumsallaştırıldı; denetim, kamunun elinden alınıp özel sektöre verilmedi” diye itiraz kaydı koymuşlardır.
595 sayılı KHK’nin iptali üzerine TBMM, tatil öncesinde çok hızlı bir şekilde 4708 sayılı yasayı çıkarttı. 12 maddelik çok uzun paragraflar halindeki yasanın formatı, TBMM’nin çalışma tekniğine uyduruldu. (Ne kadar uzun olursa olsun, bir madde üzerine bir soru önergesi verilebiliyor. Zaman kaybetmemek için düşünülen bu teknikle yasa yürürlüğe girdi.) Yürürlüğe girdikten sonra uzun bir süre yapı başvurusu olmadı; ruhsatlar önceden alınmıştı. Belediyelerde fazla mesailer yapılmış; denetim dışı tutulmaya çalışılan yapılar bitmişti. 4708 sayılı Kanun apar topar çıkartılmayıp, süreç uzamış olsaydı, sayılar çok daha büyüyecekti.
(4) 595 sayılı KHK ve 4708 sayılı yasa, “yapı denetim kuruluşları” diyerek şirketle arasına bir fark koymaya, kamusallığı ön plana çıkartmaya çalışır. Ne var ki, sonuçta denetim özelleşmiştir. Yapı Denetim kuruluşlarındaki teknik personel ücretlerinin düşüklüğü bir sorundur. 8.8.2011 tarihli yasa değişikliğiyle yapı denetim kuruluşuna ödenecek hizmet bedelinin, yapı yaklaşık maliyetinin %3’ü iken %1,5’a gerilemesi, ciddi denetime yönelik bakış açısını göstermektedir.
Ayrıca, yasanın zorunlu tuttuğu çalışma ve istihdam koşulları, belli bir miktar denetlemeyi üstlenmemiş (yaklaşık olarak, 160000 m²/yıl diyebiliriz) firmaların çalışabilmesini olanaksız duruma getirmektedir!
(5) Deprem olayı, mühendislik disiplinleri arasında da tuhaf tartışmalar yaratmıştır. Odaların, Bakanlığın yönetmelikleri özellikle mesleki yetkiler açısından İdari Yargıya sıklılıkla taşınmış; İnşaat, Jeoloji ve Jeofizik Mühendisleri birbirilerini meslek kapsamlarının dışına çıkmakla suçlamışlardır. ‘Jeoteknik’ kelimesi bu tartışmalarda simgesellik kazanmıştır. İnşaat Mühendisliği jargonunda, kelime -1970li yıllarda meslek söylemine girdiği biçimiyle- özellikle ‘geoteknik’ olarak yazılarak, yer-yapı etkileşiminin başka disiplinler tarafından irdelenmesinin uygun olmadığı vurgulanır!
(6) Kamu inşaatlarında zorunlu olan ‘bütün riskler’ sigortasının yapılmasında bir sorun yaşanmaması, sigorta şirketlerinin bu tür yapılarda tasarım ve denetime güven duyduğunun bir göstergesi olabilir. Özel inşaatlarda bu tür bir güvenin oluşmamasına karşı bir öneri, denetimin doğrudan sigorta şirketleri tarafından yapılacağı bir model olabilir! ‘İyi tanımlanmış bir sigorta poliçesi sunmayan bir yapıya oturma izni verilmez’ tarzında bir uygulama, yapı denetimindeki tüm yasama ve yürütme bürokrasisini ortadan kaldıracağı gibi, özel inşaatlarda ‘eşyanın doğasına’ da uyan bir çözüm olabilir.
Sigorta şirketi, kazanç sağlamayı düşündüğü bir poliçenin sağlığı için, gerekli teknik eleman istihdamını da yaparak tüm maliyetini poliçesine yansıtacaktır.
(7) 1972 yılında yapılmış bir yapının 1999 depreminde yıkılmasından sonra, dava sürecindeki gelişme ilginçtir: Mahkeme kararı, “10 yıllık süreyi aştığı için, Borçlar Kanunu’nun 60. Maddesine göre zamanaşımına uğramıştır” doğrultusundadır. Ancak, Borçlar Kanunu’nun 60. maddesinde “fiilin gerçekleştiği tarih” söz konusudur. Yargıtay, Mahkeme kararını, zamanaşımının -fiilin gerçekleştiği tarih olan- depremin oluş tarihinden sonra başlaması gerektiği yaklaşımıyla, bozmuştur.
(8) Şimdi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı
(9) Yakın geçmişte büyük hasar gören HES’leri belirtelim. Mart 2008: Andırın-Değirmenüstü; Aralık 2010: Karaman-Damlapınar, Artvin-Erenler, Rize-Andon; Ocak 2011: Giresun-Arslancık, Uluabat, Nazilli-Bozdoğan; Şubat 2011: Akköy; Ağustos 2011: Çaykara-Balkodu. 2003 öncesinde DSİ tarafından yaptırılan HES’lerde önemli hasarla karşılaşılmamıştır.
©Yapı Dünyası Dergisi 2011 Sayı: 2011/- de yayınlanmıştır.