Yapı ve Eko-Sistem

Yapı ve Eko-Sistem

Necat ÖZGÜR, İnşaat Yüksek Mühendisi

Giriş
Organizmalar, fiziksel çevreleriyle birlikte işleyen bir sistemdir. Bileşenleri arasında madde ve enerji transferi gibi etkinlikler yer alır. Kendi içinde (en küçüğünden, en büyüğüne) dinamik dengeyi sağlamış böyle bir işlevsel yapı, eko-sistem olarak adlandırılır. Ekoloji de, organizmaların birbirleriyle ve cansız unsurlarla etkileşimini inceleyen bilim dalıdır.

Ekolojik denge ya da eko-sistem bütünlüğünün gözetilmediği insan etkinliklerinin bir zaman sonra sürdürülemediği artık bir gerçektir. Ekolojik denge ile bütünleşme iddiasında olan eko-tarım, eko-turizm gibi çeşitli yapılanmalarda, bu gerçeğin anlaşılmasıyla birlikte artıyor.

Bir bölgede doğal kaynakların nitelikli yaşam için yeterli olduğu bireylerin sayısı, o tür için bölgenin taşıma kapasitesi olarak tanımlanır. Türün sürekliliğinin sürdürülebilmesi için bireylerin besin, enerji, barınak, hijyen gibi çeşitli yaşamsal taleplerinin karşılanabilmesi gerekir. Kentleşme öncesinde, dünyanın taşıma kapasitesi zorlanmıyor; tüm yaratıklar gibi İnsan da, ihtiyaçların temini ve atık giderimi için özel önlemler peşine düşmüyordu.

Yoğun yerleşimin olduğu kentsel yaşam, beraberinde zorunlu olarak planlamayı da getirdi. (Kırsal kesimde günümüzde de plan gereksinimi yoktur.) “Teknolojik ilerleme-nüfus artışı-ekonomik yaşam çeşitliliği” zinciri, planlı yerleşimin de ötesinde, aşılan taşıma kapasitesini yapay yollarla ayakta tutacak yeni uygulamaları başlattı. İnsanlar iki milyar nüfusa ulaşılan 20. yüzyılın başında atık sularını arıtmaya, ortalarında katı atıklarını düzenli depolamaya, sonlarına doğru da -ki altı milyar olmuştuk- içme suyu için deniz suyu arıtımına başladılar. Doğal eko-sistemler yerini, ince hesaplarla tasarlanan yenilerine bıraktı.

Mühendislik ve Ekoloji (Eko-tasarım)
Yapı ile eko-sistem ilişkisinin içerdiği yaşamsal önem artık tasarımlarımızın ön koşuludur.  Yapım-işletme dönemi yakıt-atık yönetiminin, doğa (ki insan etkinliğinin hiç -ya da herhangi etki yaratacak büyüklükte- olmadığı ortama denir) ve (insanın kullandığı doğa olarak tanımlanan) çevre ile uyum sağlaması gerekir.

Basit bir örnekle, İnşaat Mühendisliğinin bir şantiye uygulamasındaki ekolojik denge bozulmasının, o küçük eko-sistemde İnsana yaptığı etkiyi anlatmaya çalışalım:

Kralkızı Barajı İnşaatı 1985 ilkbaharında başlamıştı. Şantiye tesisleri kuruluyor, makineler de yavaş yavaş geliyordu. Birkaç ay sonra şantiyeyi fareler bastı. Yataklarımızda yatamaz olduk. Olayın nedenini sonunda çözdük. İş makineleri çalıştıkça yılanlar ürküp kaçmış; yılan besini olan farelerin nüfusu kontrolden çıktığı için, sayısı büyük ölçüde artan bu yaratıklar insanların kaldığı yerlerde yiyecek arar olmuşlardı. Şantiyeye kediler getirerek, İnsan için yaşanabilir yeni bir eko-sistem yarattık.

Eko-sistemleri bozan çeşitli büyük yatırımların zaman içinde kullanılmaz hale geldiği, kaynakların boşa harcanmış olduğu bütün dünyada görülüyor. Gelişmiş ülkelerdeki pek çok ağır sanayi ve maden yatırımlarının bu nedenle durdurulduğu, çevre duyarlılığının ön plana çıkmadığı diğer ülkelere kaydırıldığı bilinmektedir.

Şimdi, her mühendislik dalı, çevre mühendisliğinden bağımsız, kendi alanındaki koruma ve kirlilik önleme tekniklerini öğrenerek uyguluyor. Maden mühendisliğinde maden sahaları iyileştirmesi, petrol mühendisliğinde tuzlu akiferleri CO2 gideriminde değerlendirmek araştırılıyor. Islah amaçlı tasarım yoluyla arazi ve yeraltı suyu kirlenme problemlerinin çözümü gereksinimi, ‘Geoçevre’ diye adlandırılan yeni bir inşaat mühendisliği alt dalı yaratmıştır.

Yatırımlarımızı sürdürülebilir kılmanın yolu, fizibiliteleri toprağa kazma vurma maliyetinin ötesinde, doğa ve çevre değerlerinin gözetildiği yer seçimi, uygun teknoloji, doğru yönetim yöntemleri ile bütünleştirmektir. Ekonomi, ekolojinin içindedir!

Ne var ki, Mühendislik, İnsanın temel gereksinimlerini karşılama yolunda, doğa ile mücadeleye girmek zorundadır. Çeşitli yatırımlarda somutlaşan bu mücadelenin zaman içinde yaşam niteliğine olumsuz etkiler yaratacak özellikler içerebileceği olasılığı, dünyada 1970lerden başlayarak, yatırımların çevresel etki değerlendirmesi çalışmasına konu oluşturmaktadır. Değerlendirmenin özü, yatırımla yapılan etkinin, insanın da içinde yer aldığı eko-sistemin sürdürülebilirliği için yarattığı riskin boyutudur.

En son Kyoto Protokolü ile geniş yankılar bulan çeşitli uluslararası çevre anlaşmalarının yapıldığı bir ortamın içindeyiz. Doğa ve çevre tahribi ile sonuçlanan bir dönemin -sanırım en azından belli bir coğrafyada- artık sonuna gelindi. Geçirdiğimizi umduğum bu dönem, bilgisizliğin ötesinde, vahşi kazanç dürtülü üretim biçimleriyle de kuşkusuz ilişkilidir.

Çevresel değer kayıplarına fizibilitelerde gerçekçi maddi karşılıklar koyulsa, pek çok yanlış yatırımın gerçekleştirilmesi en baştan önlenebilirdi. Çevresel etki değerlendirmesi yaklaşımıyla artık ele alınabilinen çevresel kayıpları kuruşlandırma düşüncesinin ‘ödeme istekliliği’ gibi çeşitli yöntemleri bulunmaktadır.

Yapılarda Gözetilecek Ekolojik Dengeler
Ekolojik denge ile mühendislik yapılarının ilişkisindeki sürdürülebilirlik koşulunu sağlamak için, içinde bulunduğumuz ileri teknoloji döneminin sunduğu olanakların değerlendirilerek, kaynak tasarrufu, eko-sistem gözetimi yaklaşımları çerçevesinde ayrıntılı çalışmalar yapılması gerekir. Ancak, yatırımların teknoloji ile ekoloji boyutlarından ibaret olmadığı da bir gerçektir. En yeni teknolojilerin denendiği bir yer olan Dubai’deki kapalı kayak merkezi, palmiye adaları gibi ekolojik içeriği olmayan, korkunç kaynak israfı ve CO2 salımı içeren modern projeler, para hırsının çevre sömürüsünü dünyanın bilinçsiz kesimlerine doğru nasıl kaydırdığını gösteriyor.

İnşaat Mühendisliği uygulamalarında ekolojik denge kavramı, yol tasarımlarındaki kazı-dolgu dengelemesi ile baştan öğrenci bilincine yerleşmektedir. Bu bilincin her alanda ön plana geçirilmesi gerekir. Biyoloji gibi farklı bilim dallarına da gerekli ağırlık verilse, mesleğimizin denge kavramına bakış açısında köklü değişiklikler olacaktır.

Küresel anlamda en önemli ekolojik denge, yatırımların yapım-işletme dönemi çalışmalarındaki CO2 salımını özümseyecek fotosentezi sağlayıcı peyzaj tasarımı ile yaratılabilir. Bitki örtüsü yetersiz olan bölgelerdeki yatırımların yapım döneminde iş makinelerinin ürettiği ile termik santrallerin ve fabrikaların işletme döneminde salınan fosil yakıt atıklarının küresel ısınmaya katkısı, yatırım etki alanında CO2 gazını bünyesine alarak, O2 salacak orman ya da uygun bir bitki örtüsü uygulaması ile dengelenmek zorundadır. En büyük eko-sistem olan Dünyanın doğal dengesi bunu gerektirir.

Bu genel denge denkleminin yanında, küçük eko-sistemlerde de mühendislik projeleri, çeşitli denge sorunlarını ele alabilir. Mesleğimizle doğrudan bağlantısı olması açısından yapım malzemelerine ilişkin temel dengelere (ya da dengesizliklere) örnekler aşağıda sunulmaktadır.
Kum-çakıl kazısı → Kıyı kaybı
Ekolojik denge açısından, özellikle beton için söyleyecek bir çift sözümüz var! Betonda her yıl kullanılan milyonlarca ton kum-çakıl, doğal süreci engelleyici bir üretim biçimiyle elde ediliyor. Dere yataklarından bu malzemelerin alınması, vadi aşınmalarını artırdığı gibi derelerin kavuştuğu deltalarda alüvyon beslemesinin azalması nedeniyle kıyı kaybına da yol açar.

Betonda çevreci seçenek, kaya ocağı kaynaklı kırma taşın agrega olarak kullanılmasıdır. Ayrıca, yıkılan binaların betonunun, katı atık depolama alanlarına gönderilmeyerek, yeni betonlarda agrega olarak kullanılması için araştırma ve teknik şartnamelerde düzenleme yapılması da, inşaat sektörünün ekolojiye yapacağı büyük bir katkı olacaktır.
Kaya kazısı → Tünel → Korunan Peyzaj + Beton agregası
Ekolojik ocak işletmeciliğinde, işletme döneminde öngörünüm alanı korunması, işletme sonu peyzajı gibi çok önemli bileşenlerin göz önüne alınması gerektiğini ayrıca eklemek zorundayız! Büyük yapılarda “kaya kazısı-kırma taş-beton agregası” iç dengesinin sağlandığı bir tasarım ölçütü anlayışı, çevreci inşaat mühendisliğinin bir kilometre taşı olacaktır.

Böyle bir anlayışla, örneğin Karadeniz Otoyolunu gerçekleştirmiş olsaydık, gözlemlerimiz ne kadar farklılaşırdı! Güzelim vadilerimiz kum-çakıl ocağı olmaz; vadilerin bostancılıkla geçinen köylüleri şimdi kahvelerde kamulaştırma paralarını yiyerek pineklemez; kıyılar kolaycı bir anlayışın ürünü, görüntü kirliliği kaynağı mahmuzların koruduğu yol dolgularıyla insanlara kapatılmaz; yerleşim yerlerinin arkasından tüneller içinde geçen çevreci mühendislik anıtı bir yapıta sahip olurduk. Tünel kaya kazıları beton agregasına dönüşürdü. Çevre ve peyzaj kayıplarımızın bedeli bu otoyolun fizibilitesine hiç yansıtılmadı!

Sulak Alan Dengesi
Bir eko-sistem içinde bulunan sulak alanın yaşamsal işlev gördüğü akıldan çıkarılmamalıdır. Sulak alan içindeki sazlıklar, bölgenin tarımsal ya da evsel kirliliğinin doğal arıtmasını sağlar. Sulak alanın doğal ziyaretçisi kuşlar, haşere nüfusunu dengede tutar.

Bir proje nedeniyle sulak alana yapılacak müdahalenin sonucunda yaşananlardan ötürü projeden tümüyle vazgeçildiği de olmuştur. Ankara’da Temelli Gölünün arazi kazanmak amacıyla kurutulmasından sonra kuşlar bölgeyi terk etmiş; ortaya çıkan haşere sorunu ile baş edilemeyince, gölü yeniden yaratmak için yeni bir proje başlatılmıştır.

Çeşitli Yapılarda Çevreci Yaklaşım
Şebeke Projeleri
Raylı sistem, yol, kanalizasyon veya su dağıtımı gibi şebeke projelerinde, ana tasarım ortaya çıktıktan sonra, yapım aşamalarının planlanmasının ekonomik ve ekolojik açılardan önemi küçümsenemez.

Raylı sistemlerde, her hatta aynı zamanda başlayıp beraber bitirmek bir mirasyedi mantığıdır. Bir hat devreye alınır; onun geliriyle yeni hatta başlanır. En gelişmiş yeraltı treni olan Moskova metrosunda, kentin gelişme bölgelerinde sürekli olarak yeni hatlar yapılarak ana sisteme eklenir.

İçme suyu kaynak-kolektör-dağıtım sıralamasıyla, atık su sistemleri arıtma-kolektör-dağıtım sıralamasıyla yapılmalıdır. Yapım sıralamasının ekolojik önemini vurgulamak için, sık yaşanan bir olumsuz örnek verelim.

Özellikle küçük yerleşim yerlerinde görülen bir uygulamadır. Bir an önce, parasal kaynağını arıtma ve kolektörden önce, kanalizasyon şebekesine harcayıp iş yapar görünmek isteyen yerel yöneticiler, şebeke bitip devreye alındığında, beldeden topladıkları atık suyu arıtmadan, yoğunlaştırılmış bir biçimde alıcı ortama yollayarak, bölgede bu yatırımın öncesinde hiç akla gelmeyen -tesisin amacıyla da çelişen- çevre yıkımına zemin hazırlarlar.

Enerji Yatırımları
Rüzgâr gibi temiz kaynaklar bile değerlendirilirken, gürültü ve görüntü kirliliği sakıncaları hafife alınmamalıdır. Yenilenebilir enerjinin henüz yakın gelecekte ihtiyaca yeterli olacak düzeyde üretilebileceği sanılmıyor. O nedenle temiz olmayan enerjilerle yaşamayı sürdüreceğiz. Bu tür enerjilerin zararlarını bilerek ekolojik denge açısından uygun önlemleri almak gerekiyor.

Nükleer Yakıt
Nükleer reaksiyonda açığa çıkan ısının kazan suyunu buhara dönüştürdüğü nükleer santraller, elektriği diğer termik santraller gibi, buharın türbinleri çevirmesi ile üretir. Bu süreçte CO2 salımı söz konusu olmadığı için, nükleer santral küresel ısınmada rol oynamaz.

Nükleer santral yapımı için ülkemizin en güzel ve el değmemiş kıyılarını belirledik: Sinop ve Silifke. Soğutma suyu nedeniyle yer seçiminde deniz kenarı zorunluluğu var. Bu hususun, balıkçılar gibi çeşitli meslekleri de kapsayan denize ve ekolojiye olumsuz etkileri kaçınılmaz!

Nükleer santral fizibilitesinin, pahalılık ve güvenlik etmenlerine karşın olumlu çıktığını varsayalım. Bizim zaten bozulmuş olan kıyılarımız yok mu? Yüksek güvenlik içeren bir teknoloji kullanılacaksa, İstanbul’un Avrupa yakasında, Karadeniz kıyılarındaki terk edilmiş kömür ocakları bu iş için ne kadar uygun! Bu bölge hem sanayi ve tüketim merkezlerine yakın, hem de önceki etkinlikler sonucunda bozulmuş olan çevresini yeni bir yatırım yoluyla ıslah etmek mümkün. Tabii, iş onunla bitmiyor; nükleer atık giderimi planlarının da toplumu tatmin edecek açıklıkta yapılması gerekiyor.

Fosil Yakıt
Yerin alt katmanlarında zararsız bir biçimde duran fosillerin çıkarılıp yakılması, atmosferdeki CO2 dengesi için doğrudan bir tehdittir. Bu kaynak, sanayi devrimi sürecinden başlayarak büyük üretim patlaması yoluyla refahı artırırken, küresel ısınmaya neden olarak dünyamızı yaşanmaz hale getiriyor.

Termik santrallerimizin yakıtlarına ithal doğal gaz ve petrolün yanında yüksek kalorili ithal kömür de eklendi. Ülkemizde bol bulunan düşük kalorili linyitlerin kullanımına, bu yakıtların yol açtığı kükürt ve atık gaz kirliliği nedeniyle çok itiraz var. Bu konuların, lobiler etkisinde kalmayan bağımsız uzmanlarca iyi incelenmesi gerekiyor. Aslında, ‘Baca Gazı Arıtma’ yerine geçen ‘Akışkan Yatak’ teknolojisi, düşük kalorili linyitte atık düzeylerini sürdürülebilir orana getiriyor.

Elektrik üretimimizin yarıya yakını doğal gaz santralleri tarafından yapılıyor. Doğal gaz satın alma anlaşmaları günlük sabit miktara göre yapılmak zorunda ama tüketim kış aylarındadır. Isıtmada kullanılan doğal gaz miktarının ithalat için esas alınarak, satın alınması zorunlu olan doğal gazın ısıtma gereksinimi olmayan aylarda elektrik üretiminde değerlendirilmesi dışında, elektrik üretimimizin temel unsuru olarak benimsenmesi politik bir kolaycılık ve zayıflıktır.

Su
Suyun potansiyel ya da kinetik enerjisinden yararlanmak için yapılan tesislerin doğaya verdiği tahribat, bu enerjinin temiz olma özelliğini yok edebiliyor! Çoruh havzasındaki projeler bitince su sporları (salcılık) için bir yer kalmayacak olması ya da domates, zeytin gibi nadir yerel ürünlerin yetiştirilemeyeceği gerçeği ‘enerji faydası, turizm ve tarım gelirleri kaybından fazla’ diyerek geçiştirilecek bir olgu değildir. Bir eko-sistem, bir yaşam tarzı yok olurken yıllar sonra başka nasıl etkilerle karşılaşacağız kim bilir? Bu tür havza planlamalarında %100 regülasyon yerine, insan etkinliklerinin belli bir düzeyde korunacağı oranda, taşkın koruma-enerji-peyzaj bütünleşik regülasyonu düşünülmelidir.

Depolamalı tesislerde (barajlarda) rezervuar alanlarındaki bitki örtüsünün su tutma öncesinde tümüyle temizlenmesi, bir geri dönüşüm gereği olduğu gibi, bitkilerin su altında yıllarca CO2 salışının önlenmesi açısından da ekolojik zorunluluktur. Baraj gövde tasarımında, çevrede en kolay ulaşılan malzeme yerine, temin edilirken doğaya en az müdahalenin yapıldığı ve daha az miktarla gerekli stabiliteyi sağlayacak malzemenin seçimi, ölçüt olarak önerilir. Bu önerinin doğal sonucu, kil ve kum-çakıl gibi doğal aşınım ürünleri yerine, çimento gibi kaya türevlerinin kullanılmasıdır.

Nehir santrallerinde, can suyu diye de adlandırılan, su alma yapısı ile kuyruk suyu kanalı arasındaki nehir yatağında doğal yaşam için zorunlu (minimum akım olan) ekolojik suyun hesabı mutlaka yapılmalı; enerji üretimi net debiye göre planlanmalıdır.

Sanayi Yatırımları
Sulamalar
Sulamalarda, ‘gelen su-çekilen su’ dengesi göz önüne alınmadığı için çevre felaketine yol açılan çok uygulama ile karşılaşılmıştır.

Dünyanın ikinci büyük iç denizi olan Aral Gölü neredeyse kurumaktadır. Gölün kaynaklarından çok daha fazla miktarda su, pamuk sulamaları için Karakurum Kanalına aktarılmış; artık ne gölde ne de kanalda su kalmamıştır. Ülkemizde çeşitli göller benzer nedenlerle kurutulmuştur. Ulubat Gölü’ne akan dereler sulama kanallarına çevrilmiş; göldeki kerevit ekonomisi birkaç bin hektar sulama uğruna bitirilmiştir.

Yanlış tarımsal politikalarla yeraltı su düzeyi aşırı ölçüde düşürülen Konya Ovasına şimdi Mavi Tüneli ile Göksu Havzasından su takviyesi yapılacaktır. Bu işlem başladıktan sonra su ve alüvyon azalması kaçınılmaz olan Göksu Deltasındaki arazi kaybı nasıl telafi edilecek; henüz buna eğilen yok!

Üretim Sektörü
Çevre, ekonomi ve teknolojinin bir arada ele alındığı sınaî ekoloji kavramı, artık üretim sektöründe doğal eko-sistemlere zarar vermeden kaynakların üretime aktarılmasının ilkelerini ortaya çıkarıyor. Temel yaklaşım, üretim sürecinin atık üreten bir açık sistem yerine atıkları girdi olarak kullanan bir kapalı sisteme dönüşmesidir.

IPPC (Integrated Pollution Prevention and Control-Bütünleşik Kirlilik Önleme ve Kontrol) kavramı da direktife dönüştürülerek, AB içerisinde sınaî tesislere uygulanacak temel izin kuralları belirlenmiştir. Bu yöntemle sınaî tesisin havaya, suya ve toprağa emisyonları, atık oluşumu, ham madde kullanımı, enerji verimliliği, gürültü, kazaların önlenmesi, risk yönetimi gibi tüm çevresel performanslar işletme öncesinde dikkate alınmaktadır.

Petrolcülük
Petrol üretiminde çeşitli ilginç söylemler kulağa gelir. Örneğin, “petrol fiyatları yükselmekte, artık daha derinlerden petrol çıkarmak ekonomik olacak” gibi. Petrol ve ürünleri belli kalorifik değerleri olan maddelerdir. Bu maddeleri kullanıma hazır duruma getirirken yapılan harcamanın parasal değeri değil, kalori değeri esas alınmalıdır. Bir kalori değerinde petrol çıkarmak için iki kalori değerinde ve daha ucuz kaynaktan üretilmiş elektrik harcıyorsanız, enerji dönüşümünü beceremiyor; kaynakları israf ediyorsunuz.

Hizmetler
Planlama  
Kentlerde yerleşim planlaması insanlara doğanın parçası olduğunu yaşatacak çizgiler içermelidir. Yerleşim doruklarda değil yamaçlarda olur. Böylece, insan baktığında çevredeki topografyayı algılar. Birbirinin içine girmiş blok apartmanlarda bu derece yakın otururken bile komşuluk kültürünü yitirmiş olmamız ve ortak yaşamın zorunluluğu olan apartman yönetimini bile beceremememizin altında, dört yanımızı saran mekanik çizgilerin bunalımı yok mu? Oturduğu kenti eko-sistemle bütünleştiremeyen, ilk fırsatta oturduğu evden kaçarak çözümü kavşaklarda mangal yapmakta bulan insanlar ülkesi olduk.

Ülkemizde gecekondu diye küçümsediğimiz yerleşim, birbirinin görüntüsüne saygılı topografyaya uyumlu konutlardır. Şimdi kentsel dönüşüm adıyla yapılanlara bakınız! Belli yerlerde varlığını sürdüren gecekondu bölgeleri ile yapımı devam eden blokları bir arada resmedin! Hangisinde yaşamak istersiniz? Kentsel dönüşüm, eski dokudaki insancıllığı koruyarak yapılsa, birkaç getirimci yerine tüm toplum kazançlı çıkardı.

1997 yılıydı. Bir yurtdışı dönüşümde Ankara’da havaalanından bindiğim otobüste Yeni Zelandalı bir yaşlı çiftle sohbete başladık. Esenboğa ile kent merkezi arasındaki beyaz boyalı gecekondular o zaman duruyordu. Sormaları üzerine, o evlerin plansız yerleşimler olduğunu söyledim. Şaşırdılar ve beni de şaşırttılar: “Biz dünyayı gezdik. Mısır ve Brezilya gibi çoğu yerde plansız yerleşimler teneke mahallelerdir. Burada gördüğümüz evleri biz zengin villaları sanmıştık!” Şimdi bu villaların yerinde, doğal profili ve ufuk çizgisini yok eden berbat bir kentsel dönüşüm peyzajı hüküm sürüyor.

Binalar
Çevremiz, İnşaat Sektöründe kalite ölçütleri olarak sıralanan performans, güvenilirlik, dayanıklılık, erişilebilirlik, estetik gibi özelliklerin yaşama geçirilmediği binalarla dolu. “Bir şey olmaz” mantığıyla idare edilen eksikler felaketle sonuçlanıyor. Performans, dayanıklılık ve estetik herkes için bir şey ifade edebilir. Taşıyıcı sisteme sonradan yapılan müdahalelerle yıkılan, uyduruk elektrik tesisatı nedeniyle yanan binaların haberleri gazeteleri süslüyor. Yeraltı otoparkından bozma, bir panik durumunda yüzlerce insana mezar olacak sinemalar, belediyelerin gözü önünde çalışıyor. Bunlar da işin güvenilirlik yönü! 9/11 saldırısında üç bin kişinin öldüğü Dünya Ticaret Merkezi ikiz kulelerinin erişilebilirlikten nasıl sınıfta kaldığını anlatmaya gerek yok.

Binalarımızda çevre sağlığına aykırılıklar için de pek çok şey söylenebilir. Belediyelerimizin yönetmeliklerinde, bina ısıtmalarında güneşten yararlanmak, ya da yağmur suyunu bahçe sulama veya temizlik amaçlı depolamak gibi ekolojik yaklaşımları teşvik, yer almıyor. Ekolojik yaklaşımın birincil ilkesi olan su, ısı, ses, gibi her türlü yalıtımın gözden geçirilmesi için bina sakinlerinin yapacağı harcamanın ilk mevsimde kendisini geri ödeyeceği bir gerçektir. Biz apartmanımızda su sızdıran birkaç kalorifer vanasını bir yaz 750 TL harcayarak değiştirdik. Kışın 3000m3 daha az doğal gaz yakarak, %15 yakıt tasarrufu yaptığımızı gördük.

Sonuç
Ekolojik denge kavramı içinde mühendislik anlayışı ne kadar aşırı görünürse görünsün; bu bilinçle yönetilen çeşitli yabancı kentlerde yaşam deneyimi olanlar, bizim büyük kentlerimizin merkezindeki yaşam niteliği düşüklüğünü ayırt ederler. Çevreciliği sokak köpeği yandaşlığı, güvercinleri besleyerek doğal işlevlerinden uzaklaştırmak düzeyinde ve yanlış algılayan kentlerimizin mutsuz insanlarının, dünyanın yaşam niteliği yüksek kentleri ile bir karşılaştırma yapabilmelerini bekleyemeyiz.

Kent yaşamında mutlu olmak için ekolojik kent diye bilinen yalıtılmış uç örneklere gitmeye de gerek yok! Yeter ki, eko-sistemimizde ekolojik denge ilkelerinin uygulandığı bir yatırım planlaması izleyebilelim. Yerleşim yerlerinin doğal eko-sistemlerle ilişkisinin sürdürülebilirliği, ciddi bir bilimsellik gerektirir. İnsan ve doğa arasındaki ekolojik denge, farklı yaklaşımlarla güven altına alınabilir. Örnek vermek gerekirse, bu tür uygulamalar arasında yer alan ekolojik koridor ile çeşitli yabanıl türlere yaşam alanı erişimi sağlanıyor; gerekirse hassas zon ilan edilen yerlere insanın erişimi sınırlandırılıyor.

Dünya ekolojisini küçümseyenlere bir çift söz daha: bilim, şimdi ‘galaktik ekoloji’ yöntemleriyle dünyamızdaki toplam etkinliklerin uzay sistemine etkilerini ölçme ve olası zararlarını önleme çalışmalarını sürdürüyor.

Makalenin tamamına Yapı Dünyası Dergisi 2009 Sayı: 163 den ulaşabilirsiniz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir