Türkiye’de Her Yerde ve Her Düzeyde Eğitim-Öğretim Dili Türkçe Olmalıdır
Prof. Dr. Ing. Ahmet DURMUŞ
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü, Yapı Anabilim Dalı Başkanı
Burada hemen belirtmem gerekiyor ki, yabancı dil öğrenimiyle yabancı dille eğitim-öğretim birbirinden çok farklı şeylerdir. Bunlar kasten ya da bilmeyerek birbirine karıştırılmamalıdır. En az bir yabancı dil mutlaka öğretilmeli ve öğrenilmeli, hatta ikinci bir yabancı dil öğrenimi teşvik edilmelidir. Ancak eğitim-öğretim dili kesinlikle Türkçe olmalıdır. Bu düşüncemin gerekçeleri; genetik, kültür, vicdan ve sevgi pusulalarımın birlikte değerlendirilmesiyle aşağıda açıklanmaya çalışılmaktadır:
• Bilindiği gibi bilim belirli bir kültür, dolayısıyla bu kültüre karşılık gelen belirli bir dilde kökleşir. Bu nedenledir ki, Yunanistan’da gelişen matematik Yunan diliyle uyum içindedir. Sanırım bu örnek bile tek başına derslerde Türk kültürünün bir ifadesi olan Türkçeyi kullanmak gerektiğini, bunun onurumuz ve yararımıza olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
• Bugün dünyada özellikle sanayi ülkeleri arasında bilim ve teknoloji alanında savaş niteliğinde çok büyük bir rekabet sürdürülmektedir. Türkiye’nin yani bizim bu meydan okumaya gerekli bir cevabı verebilmemiz çok büyük ölçüde eğitim-öğretimimizi Türkçeyle yaparak çağdaşlaşmamıza ve ortaya Türkçeyle yeni bilgi ve teknolojiler koymamıza bağlıdır.
• Yabancı dil öğrenmenin tek yolu elbette ki yabancı dille öğretim yapmak değildir. Yabancı dil öğretimi basın-yayın araçlarının yanında, dil öğretiminde kullanılan görsel-işitsel yöntemler ve son bilgisayar yazılımlarıyla kurslarda ve yaz okullarında kolayca yapılabilmektedir. Yabancı dil her bir bölümde farklı ağırlıkta verilebilir. Böyle bir program için: a) yeterli nitelikte ve sayıda öğretim elemanının, b) yeterli sayıda yardımcı personelin, c) yabancı dil öğrenimine uygun alt yapısı ve teknik donanımı olan yeterli sayıda dersliklerin bulunduğu bir binanın temin edilmesi gerekmektedir. Burada, İskandinav ülkelerinde lisans seviyesinde verilen üst düzey İngilizce öğretimiyle öğrencilerin iletişim sorunlarının tümünü çözdüklerini belirtmek uygun olmaktadır. Hazırlık sınıfı Türkiye’den başka egemen hiçbir ülkede bulunmadığından İngilizce hazırlık sınıfının adının İngilizce öğrenim sınıfı ya da projesi olarak değiştirilmesi yerinde bir karar olacaktır.
• Bugün yürürlükte bulunan 1982 anayasamızın 3.maddesine göre resmi dilimiz zaten Türkçedir. Aksi uygulamaların bu maddeyle ters düştüğü açıktır.
• Yabancı dille eğitim-öğretimin yararlı olduğu propagandayla toplumumuzun hemen her kesimine kabul ettirilerek halkımız öylesine aldatılmış ki günümüzde öğrenci ve veliler de genellikle yabancı dille eğitim-öğretim yapan kurumları tercih etmektedirler. Bu tercihte ODTÜ ve BÜ de eğitim-öğretim dilinin İngilizce olmasının etkisi de büyüktür. Sadece bu nedenle bile bu üniversitelerimizde de eğitim-öğretim dilinin Türkçe olması gerekir. Burada üniversite rektörlerinin birçoğunun yabancı dille eğitim-öğretim konusunu savundukları da belirtilmelidir.
• Okuyucuların İngilizce etkisinin kendiliğinden olduğunu sanarak aldanmayacaklarını umarım. Zira bu etki 1953 yılında Türk Milli Eğitimine İngiliz ve Amerikan gizli ajanlarının el atması, Türk okullarında eğitim-öğretimin İngilizce yapılması ve böylece birçok dersin Türk hocalar tarafından Türk öğrencilere İngilizce olarak anlatılmasının zorunlu hale getirilmesiyle meydan gelmiştir. Bu sinsi sömürgeleştirme planı ne yazık ki halen devam etmektedir. Gerçekten Türkiye’de Türk öğrencilerin birçoğu kendi ülkesinde yabancı öğrenci durumuna düşürülmüş bulunmaktadır. Yukarıda da belirtilmeye çalışıldığı gibi 1953’den beri milletimiz İngilizce eğitim-öğretiminin bizi nereye götürdüğünün farkında olmadan öylesine kandırılmıştır ki, birçok insanımız çok bir şey öğrenmeme pahasına da olsa sadece biraz İngilizce öğrenmeyi bile maharet sayar duruma düşmüştür. Sanırım bu duruma milletçe hayır demenin zamanı gelmiş ve hatta geçmektedir. Ünlü bir Fransız siyasetçisinin “savaş askerlere bırakılmayacak kadar ciddi bir iştir” özdeyişi herhalde dilimiz için de geçerlidir. Türkçemizi geliştirmek dil bilimcilere bırakılmayacak kadar önemli bir görevdir. Bu koşullar altında belki de önlem için Karamanoğlu Mehmet Bey’in 13 Mayıs 1277 tarihinde yayınlamış olduğu; “Bugünden sonra hiç kimse divanda, dergâhta, bergahta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dilde söz söylemesin.” şeklindeki fermanına benzer fermanlar yayınlanması gerekmektedir.
• İnsanların iletişimlerini en iyi resmi dilde kurdukları bir gerçektir. Bu bakımdan, yukarıda da belirtilmeye çalışıldığı gibi, öğrencilere en az bir yabancı dil en iyi şekilde öğretilmeli, ancak eğitim-öğretimin Türkçe olması gerekmektedir. Zira bize yaraşan kültürümüzün temeli olan Türkçemizi dünyada yaygın kullanılan evrensel konuşma, bilim ve teknoloji dilleri arasına sokmaktır. Diğer taraftan bir milletin kültür dilinin ulusal bağımsızlığının ve ulusal karakterinin göstergesi olduğu da bilinmektedir. Pedagojik açıdan bakıldığında da insanların, yukarda da belirtilmeye çalışıldığı gibi, en iyi resmi dillerinde öğrendiği, düşündüğü ve aktardığı kabul gören bir gerçektir. Yabancı dille eğitim-öğretim özellikle egemenliğimizle hiç bağdaşmamaktadır. Bu bakımdan küreselleşme aldatmacası adı altında her bakımdan Türkçemize büyük zararlar verilmektedir. Avrupa Birliğine girmeye çalıştığımızdan bu birlikle bütünleşmek için Türkçe yerine İngilizceyi koyalım düşüncesinde olanlar var. Oysa Avrupa Birliğinin dili İngilizce değil, Almanya’da İngilizce hiç kalmamış her şey Almanca, Fransa’da her şey Fransızca ve Almanca, İngilizce yok. Türkçemize saldırıların başlıca nedenlerinin şu şekilde açıklanabileceği kanısındayım: Küreselleşme sürecinde ABD ve onunla paralel yarışı sürdüren AB’nin en büyükleri olan Almanya, İngiltere ve Fransa bu süreçte karşılarında yeni büyük güçlerin oluşmasını istememektedirler. Çünkü bu devletler dünya nimetlerini paylaşmada birbirleriyle olduğu kadar gelişen yeni ülkeler; Çin, Hindistan ve Rusya ile de birçok sorun yaşamaktadır. ABD ve AB bu ülkeleri denetim altına alabilmesi için diğer üstünlükleri yanında dil unsurunu da kullanmaktadırlar. Bu bakımda sanırım Türkiye de İran gibi emperyalist batının hedeflerinden biridir. Aradaki fark ABD’nin İran’ı açıkça hedef ilan etmesine karşılık Türkiye’ye dost gibi görünüyor olmasıdır. Bizde eğitim kurumları tarihten ders almamış gibi iki anlayışa zorlanmaktadır. Bunlardan biri önce tercüman sonra bilim adamı olmamızı istiyor. Bunlara göre her şeyden önemlisi İngilizce. Örneğin makalelerinizi İngilizce yazarsanız 10 puan, Türkçe yazarsanız 5 puan. Bu ilk bakışta sanki kendimizi aşağılamak, küçük görmek ve dilimizi cezalandırmak gibi bir anlam taşımaktadır. Oysa bilimsel çalışmaların Türkçe yazılmasına öncelik tanınmalı bu konu olabildiğince teşvik edilmelidir. Türk bilim adamlarının özellikle Türkiye’de eserlerini örneğin İngilizce olarak yazmalarını istemek ya da buna sessiz kalmak bunların zamanla Türk kültürüne değil, ilgili medeniyete mal edilmesi sonucunu doğurabilecektir. Tarihte bunlar olmuştur. Örneğin, eserlerini Farsça yazan büyük Türk bilginleri; Farabi, İbn-i Sina ve Mevlana ne yazık ki dış dünyada o uygarlığın birer mensubu olarak bilinmektedirler.
• Fransızlar I. Dünya Savaşından sonra Antalya’yı aldıklarında ilk işleri Türk okullarının eğitim-öğretim dilini, tüm derslerde Fransızcaya çevirmek oldu. Doğal olarak Atatürk Hatayı kurtardığında dersler yine Türkçe olmuştur.
• Almanya’nın başkenti Berlin’de bir okulun, teneffüste Almanca dışında bir dil konuşulmasını yasaklaması, bir politikacının ise “yasağa uymayanlar okul bahçesini süpürsün” demesinin ardından bir spor salonu da Türkçeyi yasakladı. Türkçe konuşan bir çiftin üyeliği de iptal edildi.
• Geçen asırda sadece bir kere bir Japon “bilim dili Japonca olmaz, İngilizce olsun” demiş. Bu adam ertesi gün evinde ölü bulunmuş. Bir daha bu konuda hiçbir ses çıkmamış ve Japonya’da hiçbir şey İngilizce olmamıştır.
• Prof Tahsin BANGUOĞLU 1948 yılında Milli Eğitim Bakanımızdır. Bu değerli hocamız Meşrutiyet devri bazı aşırı devrimcilerin “Türkçeyi bırakalım Fransızcayı resmi ve umumi dil olarak kabul edelim” gibi bir iddiayı ortaya attıklarını belirtmektedir. Bu durum sanırım tek başına o devir aydınlarının bir kısmının ne derece şaşkın bir Avrupa hayranlığı ve ne kadar derin bir aşağılık duygusu içinde olduklarını göstermeye yetmektedir. Medreselerin kendi içlerine kapalı olduğu devirde bir medreselinin Fransızcayı öğrenmesi bile ayıp sayılmıştır. Öyle ki Necip Molla isimli bir kazaskerin Şeyhülislam olması beklenmektedir. Ancak saraya bir dedikodu gider: “Fransızca biliyor efendim” Ondan vazgeçilir Arif Hikmet Bey Şeyhülislam olur (1845). Necip Molla’dan da “Benim hakk-ı sarihimken meşihat Hûda’nın hikmeti Arif Bey oldu” şeklinde bir beyit kalır.
• Türk dil kurumunun son sözlüğünde 400 bin civarında kelime var. İngilizcedeki kelime sayısı ise 250 bin civarındadır. Dünyada 250 milyon civarında insan Türkçe konuşmaktadır. Türkçemiz yeryüzündeki 4-5 önemli dillerden biri olmasına rağmen bu kültür savaşında en çok zarar gören dillerden biri olmuştur. Bu bakımdan tüm Türk vatandaşları Türkçeyi önemsemeli ve sahip çıkmalıdır. Bilinmesi gereken gerçek bugünkü dillerin birçoğu ortada yokken Türkçenin var olduğu ve 1980’lerin ortalarında UNESCO’nun Türkçeyi dünyanın en yaygın 5. büyük dili olduğunu açıklamış olmasıdır.
• Fransa, İngiltere, Almanya gibi ülkelerde bir çocuğun üniversitede yeniden resmi dillerini öğrenmesi normal karşılanmaz. Ama bizde hala üniversitede Türkçe dersi var. Burada akla gelen soru üniversiteye gelinceye kadar öğrencilerin büyük bir kısmının Türkçeyi neden öğrenemediği sorusu gelmektedir! Buna karşılık şu soruyu da sorabiliriz: Bir yabancı dili öğrenme süresinde verilen emek, harcanan zaman ve paranın acaba ne kadarı resmi dilimiz Türkçeyi öğrenmek için harcanmaktadır? Kanımca çok az bir kısmı harcanıyor. Bu nedenle yüksek öğretimdeki gençlerin birçoğu doğru cümle kuramıyor, yazım kurallarını bilmiyor ve noktalama işaretlerini yazısında kullanamıyor. Oysa bu sorunların orta öğretimde çözülmesi gerekirdi. Çözülememiş olması akla “Acaba öğrencilere bu bilgiyi ve yeteneği kazandıracak yeterli sayıda yetenekli öğretmenimiz yok mudur?” sorusunu getirmektedir. Bu sorunun cevabını bulmayı okurlara bırakmayı daha uygun görmekteyim.
• Günüz AZAK’ın 24 Aralık 2001 tarihli Türkiye Gazetesinde çıkan bir makalesinden 2001 yılında Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Talim ve Terbiye Kurulunun tüm okullara gönderdiği bir talimatla “asır, bahtiyar, cahil, devir, esir, fakir, felaket, fert, fiil, hakikat, hatıra, hatip, hayat, haysiyet, hukuk, hür, hürriyet, ıstırap, istiklal, ilim, isim, kabiliyet, kanun, mana, madeni, medeniyet, memleket, mekân, meşhur, mısra, milli, milliyetçi, nesil, nutuk, örf, suni, şahıs, şive, tabiat, tamir, tecrübe, tenkit, teşkilat, vasıta, millet ve vatan” kelimelerinin kullanılmasını yasaklamış olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz. Türkçeyi eski ve yeni ya da Osmanlıca, Öz Türkçe gibi bir ayrıma tutmanın hiçbir yararı yoktur. İkisi de Türkçedir. Ayrım bütünlüğü bozmaktan ve tarihi bağlarımızı zayıflatmaktan başka bir işe yaramamaktadır.
• Kendi ülkemiz Türkiye’de uluslararası sempozyum, kongre ve konferans gibi adlar altında bilimsel etkinliklerin yapıldığı bilinmektedir. Bunların birçoğunda bildirilerin yazım ve sunum dilinin sadece İngilizce olması istenmektedir. Hatta teknik konulu bazı kurslarda kurs dilinin de İngilizce olduğu belirtilmektedir. Bu durumun ancak sömürge ülkeleri için kabul edilebilecek bir durum olduğu ortadadır. Biz kendi kültür dilimiz Türkçeyi kendi ülkemizde en azında İngilizcenin yanında koymayıp, kongre dilinin Türkçe ve İngilizce olduğunu yazmaz isek başkaları bunu hiç yazmaz. Bu nedenle Türkiye’de yapılan uluslararası bilimsel etkinliklerin tümünde etkinliğin dili olarak İngilizcenin yanında bir seçenek olarak Türkçenin de koyulması mutlaka sağlanmalıdır.
• ABD’de binlerce hakemli dergi olduğunu biliyoruz. Bizde ise hakemli dergi sayısı yok denecek kadar azdır. Bu bakımdan üniversitelerimizde akademik yükseltmelerde uluslararası hakemli dergilerde yayınlanan makaleler etkili olduğundan Türkiye’nin imkânlarıyla hazırlanan makaleler genellikle ABD dergilerinde yayınlanmaktadır. Bunu önlemenin yolu bizdeki bilimsel hakemli dergi sayısının artırılmasından geçmektedir. Bu durum teşvik edilmelidir. Örneğin Kore’de bile bu tür dergilerin sayısı bizdekilerle karşılaştırılamayacak kadar fazladır. Bizde bunu yapabilen üniversite rektörleri teşvik için ödüllendirilmelidir. Rektörlerimizin bu konuda kolaya kaçıp, ulusal ve uluslararası bilimsel hakemli dergi çıkartmaya pek uğraşmadıklarını belirtmek için duraksamaya gerek bulunmamaktadır. Oysa bu işe hem Türkçe, hem de İngilizce yayınlanacak ciddi araştırma sonuçlarını içeren dergilerle hemen başlamak gerekmektedir.
• Atatürk’ün ömrünün önemli bir kısmı görevli (misyoner) okullarını kapatmakla geçmiş, “Türk demek Türkçe demektir, Ne mutlu Türküm diyene” demiş ve Türkçe konusunda aşağıdaki veciz sözleri de söylemiştir:
• Milli his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli hissin gelişmesinde başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır. (1930)
• Milletin en belirgin niteliklerinden bir dildir. Türk milletindenim diyen insan her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz. (1931)
• Milli Eğitimin ne demek olduğunu bilmekte hiçbir tereddüt kalmamalıdır. Bir de milli eğitim esas olduktan sonra onun lisanını, usulünü, vasıtalarını da milli yapmak zarureti münakaşa edilemez. (1924)
• Bakınız arkadaşlar, ben belki de çok yaşamam. Fakat siz ölene dek Türk gençliğini yetiştirecek ve Türkçenin bir kültür dili olarak gelişmeye devamı yolunda çalışacaksınız. Çünkü Türkiye ve Türklük, uygarlığa ancak bu yolla kavuşabilir. (1937)
• Burada Max Müller’in “Türk dili o kadar mükemmel ve kaideleri o derece kıyasidir ki bu dili sanki lisaniyat alimleri vücuda getirmişlerdir.” özdeyişinin hatırlatılmasından kıssadan hisse alınacağı umulmaktadır. Zira bu özdeyiş; Türkçenin matematik kadar açık her alana yetebilen, yazıldığı gibi okunan okunduğu gibi yazılan, türetme özeliğinin üstünlüğüyle yabancı dil bilimcileri bile kendisine hayran bırakan bir dil olduğunu göstermektedir.
Son Söz
Resmi dil milli kültürün, egemenlik duygusunun ve milli benliğin çok sağlam bir dayanağıdır. Türkçe yukarıda belirtilen özelikleriyle yabancı dil bilimcileri dahi kendine hayran bırakmıştır. Günümüzde bilme ilişkin Türkçeyle ifade edilemeyen hiçbir sınır da yoktur. Milli onurumuz bile Türkçeye verdiğimiz öneme bağlıdır. Doğal olarak yabancı dil hatta mümkünse birkaç yabancı dil mutlaka çok iyi bir şekilde öğretilmelidir. Ancak yabancı dil öğretmek için bilinmeyen bir dersin kavramlarını öğretilecek olan yabancı dilde anlatmaya çalışmanın bilimsel ve mantıki hiçbir dayanağı bulunmamaktadır. Bu tür Eğitim-Öğretimle belki biraz Latince kelime ezberletilebilir ancak bilinmeyen bir dersin ilke ve kavramlarını hakkıyla öğretmek mümkün değildir.
Bu bakımdan her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının birinci vazifesi Türkiye’nin her yerinde ve her düzeyde, en ağır koşullar altında dahi, eğitim-öğretim dilinin resmi dilimiz Türkçe olmasını savunmaktır. Hukukçuların ise savunmaları yetmez. Ayrıca yabancı dille eğitim-öğretimin anayasaya aykırı olduğunu ortaya koymaları da gerekmektedir. Çünkü yürürlükte bulunan anayasamızın 3. maddesine göre “resmi dilimiz, dolaysıyla da eğitim-öğretim dilimiz” Türkçedir.
Yükseköğretim kurumlarının bazı ön lisans, lisans ya da lisansüstü programlarında yabancı dil eğitimi 04.12.2008 tarih ve 27074 sayılı resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren “Yükseköğretim Kurumlarında Yabancı Dil Öğretimi ve Yabancı Dilde Öğretim Yapılmasında Uyulacak Esaslara İlişkin Yönetmelik” hükümleri sağlanarak senato kararı ve yükseköğretim genel kurulunun onayı alınarak dersler sadece belirli bir yabancı dille ya da Türkçe ve belirli bir yabancı dille karma olarak verilebildiğinden, bu durumda hukukçuların bir şey yapamayacağı düşünülebilir. Bu düşünce onaylanabilir bir düşünce değildir. Tarihte atalarımızın mandayı kabul etmediklerini bilen hukukçular 04.12.2008 tarihinde yürürlüğe giren yönetmeliğin yürürlükten kaldırılması için hukuki mücadele verebilirler. Doğa olarak bu mücadeleye tüm Türk aydınlarının da destek olması gerekmektedir.
Ben burada günümüz koşullarında bu konudaki düşüncelerimi özetledim ve derlediğim bir takım öneriler yapmaya çalıştım. Bundan sonraki uygulamaların takdiri milli şuura ilişkindir. Türkiye’miz bu konuda tatlı bir uykuya devam etmemelidir…
Kaynaklar
[1] Arslan, M.K. Karadeniz Gazetesi, 15.05.2006.
[2] Asher, J.J. “Yabancı Dille Eğitim Olmaz”, Cumhuriyet Gazetesi, 18.10.1997.
[3] Ateş, K., “Türkçe Mahzun Ben Mahzun”, İmge Kitapevi, Eylül 2005.
[4] Azak, G., Türkiye Gazetesi, 24.12.2001.
[5] Durmuş, A., “Türkiye’ye Yakışan Bilimsel Denetimde de Onurlu Bir Yol İzlemektir”, Türkiye Mühendislik Haberleri TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, Sayı:341, Ankara, Kasım-Aralık 1988, Sayfa 19-20.
[6] Durmuş, A., “Daha Güçlü Bir Türkiye İçin Bazı Çareler”, Türkiye Mühendislik Haberleri TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, Sayı:345, Ankara, Temmuz-Ağustos 1989, Sayfa:8-12.
[7] Durmuş, A., ‘’Teknik Terimlerin Türkçeleştirilmesinde Türk Aydınlarına Düşen Görevler’’, Demokrat Gümüşhane Gazetesi, Sayı:4279, 28 Mart 2012 Çarşamba.
[8] Durmuş, A., ‘’Kültür Dilimiz Türkçe’’, Demokrat Gümüşhane Gazetesi, Sayı:4304, 26 Eylül 2012 Çarşamba.
[9] Durmuş, A., ‘’Türkiye’nin Bugün İçinde Bulunduğu Koşullar Kürekleri Aynı Doğrultuda ve Aynı Yönde Çekmemizi Gerektirmektedir’’, Demokrat Gümüşhane Gazetesi, 2012.
[10] Max Müller, http://www.turkalemiyiz.com/asil/1001.asp?id=222, 07.01.2013
[11] Özer, A., Karadeniz Gazetesi, 10.02.2005.
[12] Saral, T., Karadeniz Gazetesi, 01.03.2006.
[13] Sinanoğlu, O., Bir New-York Rüyası “Bye Bye” Türkçe, Şubat 2002.
[14] T.C. Anayasası, 1982.
[15] Hürriyet Gazetesi, 18.02.200600.
Makale ©Yapı Dünyası Dergisi 2013 Sayı: 212-213 de yayımlanmıştır.