Yenilenebilir Enerji Çelişkileri

Yenilenebilir Enerji Çelişkileri

Necat ÖZGÜR, İnşaat Yüksek Mühendisi

Giriş
Artan refahın gerektirdiği enerjinin elde edilmesi için yapılan etkinliklerin bozduğu doğada yaşam her gün daha da zorlaşmaktadır. Enerji üretirken temiz hava, su, besin olanakları daralıyor. Sürdürülebilir olması zorunlu olan bu kullanma-koruma çelişkisinin çözümü, tüm dünyanın gündemindedir.

Ülkemiz de enerji açığı ile karşı karşıya kalmaktadır. Uzun dönemli planlar çerçevesinde belirlenecek enerji politikasının geçmişteki alışkanlıklardan farklı olarak, çevre ve doğa ile dost rüzgar, dalga ve deniz akıntıları gibi doğal süreç ürünü yenilenebilir enerji kaynakları seçeneklerinin araştırılmasını, enerji potansiyeli bulunan doğal kaynakların kullanımına ilişkin gerekli yatırımların bir an önce yapılmasını ve bu konudaki bilimsel çalışmaların desteklenmesini içermesi ile ülkemizin enerji sorununun çözülebileceği düşünülmektedir.

Günümüzde yenilenebilir enerji, küresel enerji rezervinin %13,1’ini ve küresel elektrik üretiminin %17,9’unu sağlamaktadır (Uluslararası Enerji Ajansı, IEA, 2007). “Dünya Enerjisine Bakış-2006” adlı rapora göre 2030 yılında bile küresel enerji tüketiminde yenilenebilir enerjinin oranı (%14) neredeyse hiç değişmeden kalacaktır. Elektrik üretiminde ise yenilenebilirlerin payı %25 dolayında öngörülmektedir. EREC (Avrupa Yenilenebilir Enerji Konseyi) tarafından Ocak 2007’de hazırlanan rapora göre, eğer doğru politikalar uygulanırsa 2050 yılında küresel enerji ihtiyacının yarısı yenilenebilir enerjiler tarafından sağlanabilecektir.

AB’nin Ocak 2007’de hazırladığı yeni “enerji-iklim değişikliği paketi”, üye ülkeler için bir hedef ortaya koymuştur. 2020 itibarıyla toplam enerji tüketiminin %20’sini yenilenebilir enerjilerin oluşturması, biyo-yakıtların ise en az %10 oranında kullanılması öngörülüyor.

Enerji ve Ekonomi
1970’lerde yaşanan enerji krizlerinden ekonomileri etkilenen birçok sınaileşmiş ülke, çevresel ölçütlerden önce parasal yaklaşımlarla yenilenebilir enerji geliştirme programları başlatmıştır. Ancak, petrol fiyatlarının kriz sonrasında aşağı çekilmesi gibi piyasa koşulları, bu kez yenilenebilir enerjilerin gelişmesini engelleyen etkenler olmuş; ekonomik ilişkiler, çevresel değerlerin zarar görmesinde ne yazık ki olumsuz bir rol oynamıştır. Kaynak maliyetinden bağımsız bir çevreci enerji açılımı mümkün olamamıştır.

Piyasa uygulamalarında geçerli olan mukayeseli maliyet hesaplarında, harcanan ve karşılığında elde edilen enerji yerine, harcanan ve kazanılan para esas alındığı için, petrolün tüketim noktasına getirilene kadar harcanan enerjinin kalori değeri, sunulan nihai yakıtın kalori değerini çeşitli dönemlerde aşmıştır.

Fosil yakıtları içinde kullanım oranı açısından başı çeken kömür, içerdiği yabancı madde ve kalori değeri açısından çok çeşitlilik gösterir. Baca gazı arıtma zorunluluğunu gidererek, yatakta arıtmayı sağlayan ileri yakma teknolojileri, çok düşük nitelikteki katı yakıtların çevresel risklerini en aza indirgeyerek, ekonomik kullanımı olanaklı bir duruma getirmiştir. Linyit bölgelerimizde, bu enerji seçeneği ezbere reddedilmeden -kül giderimi- gibi tüm etkenleri içeren nesnel bir bakış açısıyla değerlendirilmelidir.

Çevresel maliyet kavramı çağdaş yapılabilirlik çalışmalarında artık göz önüne alınmaktadır. Ülkemizde 1996 yılında başlatılan Çevresel Etki değerlendirmesi (ÇED), zorunlu bir yasal uygulama olarak, bu çalışmaların en önemli bölümüdür.

Enerji ve Çevre
Yeryüzündeki tüm enerjinin kaynağı güneştir. Güneşteki nükleer tepkimelerin açığa çıkardığı ısı, Yeryüzündeki yaşamı sağlar. Kendi çevresinde ve -değişken bir yarıçapla- Güneşin çevresinde dönüyor olması sonucu oluşan günlük ve mevsimlik ısı farkları ile birlikte, yer çekimi kuvveti, Yeryüzünde sürekliliği olan bir doğal süreç yaratır. Rüzgarlar, dalgalar, sıcak su kaynakları, akarsular durmaksızın hareket eder.

İnsanoğlu alet kullanmaya başladıktan sonra gereksinim duyduğu enerjiyi doğal süreçten elde etmiştir. Yelkenli gemiler, su ve rüzgar değirmenleri sonsuz kaynaklardan güçlerini almışlar; ancak, enerji uğruna doğal sürecin kendini yenileme hızından daha fazla tüketilen orman gibi kaynaklar ise bazı yörelerde yok olmuştur.

Nüfusun artışı ve ilerleyen bilimle birlikte, (ki buhar makinesinin icadıyla üretim ve ulaşım sektörlerinde sağlanan gelişmenin sanayi devrimi olarak tanımlandığını hatırlatalım) yaşam niteliğinin hızla yükselmesi sonucunda enerji ihtiyacı doğal süreçten karşılanamaz olmuş; İnsanoğlu bir yandan depolanan suyun potansiyel enerjisini, diğer yandan yeraltından çıkardığı kömür, petrol ve gaz gibi fosil yakıtları kullanmaya başlamıştır. Yeni teknolojiler de yeterli olmayınca, enerji kaynağımız Güneşteki nükleer tepkime enerjisi geçen yüzyılın ikinci yarısında tarihin en önemli icadı olarak Yeryüzünde, Güneş ölçeğinde değilse bile üretilmiştir.

Tüm doğal süreç dışı işlemlerin ortaya çıkardığı çevresel ve yaşamsal tehlikeler ise çok sonra algılanarak ele alınmıştır. Her zaman olduğu gibi, çevre konusunda da İnsanoğlu sorun bütün çıplaklığı ile karşısına çıkınca ancak çözüm aramaya koyulmuştur.

Nükleer enerji toplumsal, çevresel ve ekonomik açıdan en pahalı kaynaktır. Nükleer santralları kurmakla iş bitmemekte, güvenlik altyapısı sisteminin de tesisi gerekmektedir. Dünya Bankası, uzun inşaat süreleri ve güvenlik sisteminin kurulma maliyetleri nedeniyle Türkiye’de kurulması planlanan nükleer santrallara kredi vermemiştir. Maliyetlere, Çernobil reaktöründe yaşanan kazadan sonra, en az santral maliyeti kadar tutan lisans bedelleri de eklenmiştir. Nükleer santral kapatılma işlemleri çok daha pahalıdır. ABD’de 280 milyon dolara kurulmuş olan Maine-Yankee reaktörünün bertaraf edilmesinin maliyeti 2 milyar dolar olmuştur. Kalkınmış ülkelerde 1978 yılından beri nükleer santrallar yapılmamış; ABD’de de verilen siparişler iptal edilmiştir. Bu teknolojiye sahip olalım ama ne savunmada ne de enerjide kullanmak zorunda kalmayalım!

Ekonomik ilişkilerin insanlık, doğa ve çevre değil, kişisel kazanç önceliği taşıyan yapısı gereği, özellikle eksik tutulan araştırmalar sonucunda gerçekleştirilen çevre dostu olmayan enerji yatırımlarının, Yeryüzünü neredeyse yaşanılmaz bir duruma getirdiğini duyumsuyoruz. Gelişmiş ülkeler, -küresel ısınmaya karşı önlem olarak ve halk sağlığı da öyle gerektirdiği için yıllar öncesindeki atık gaz düzeylerine geri dönmek zorunluluğunu bilimin zorlamasıyla sonunda öğrendiler. Ancak, bazı ülkelerin çevre uyumlu teknolojilere sarılma yerine, protokoller imzalayarak (Kyoto Protokolü), kendi sera gazlarını azaltmadan, diğer ülkelerle atık gaz kotası pazarlığı yapma noktasını geçemediğini görüyoruz.

Yenilenebilir Enerji
Fosil yakıtlarının kullanımını sürdürülebilir düzeye indirmenin tek yolu, ilk çağlarda olduğu gibi doğal süreç enerjilerinden yararlanmaktır. Teknolojik ilerleme de, bu yararlanmayı artık çok daha yüksek verimlilikte sağlayabiliyor. Doğal süreç enerjisini kullanmanın çevresel yararları yanında, kaynak maliyeti olmaması nedeniyle ucuzluğu da tartışılmaz. Güneş gibi, jeotermal ısıtma gibi doğrudan yöntemlerle işletilen, ya da rüzgar, akarsu gibi elektriğe dönüştürülebilen kaynakları içeren ve en önemlisi, sürekliliği olan doğal süreç enerjisine “Yenilenebilir Enerji” adı verilmektedir. Dünyada kullanılmakta olan yenilenebilir enerjinin %80’i biyokütle ve biyo yakıtlar, %15’i akarsu, geri kalanı rüzgar, jeotermal, güneş ve deniz kaynaklıdır.

Yenilenebilir enerji uygulamaları, kamusal içeriğine karşın, ülkemizde yakın bir geçmişte özel sektör yatırımlarına açılmıştır. Fizibilite, tasarım ve yapım denetimleri henüz yerine oturmadığı için, gerçekleştirmede öngörülen prosedürler toplum açısından önemli riskler taşımaktadır. ‘Temiz enerji’ olarak da nitelendirilen bu enerji türünün, aşırı kaynak kullanımı sonucunda, yenilenebilirliği ve temizliğinin ortadan kalkması bile söz konusudur. Yönetimlerden ve girişimcilerden bütünleşik yenilenebilir enerji kullanımı yönünde yaratıcılık beklenmektedir. Çoğunlukla görülen ise, yenilenebilir enerji ismine sığınarak doğayı ve çevreyi -amaçlananın tersine- daha da bozan yatırımlardır. Çeşitli örnekler, yenilenebilir enerji sömürüsünün çevre ve peyzaj üstündeki olumsuz yanlarına da dikkat çekilerek aşağıda verilmektedir:

Rüzgar: Süreksizliği nedeniyle güvenilir değildir. Coğrafyaya ve zamana bağlı, önceden kestirilmesi zor değişimler gösterir. Kapladığı alan üretime kıyasla çok büyüktür. Bu boyutuyla, yoğun üretimde görüntü kirliliği ve hatta gürültü kirliliği de yaratabilir. Yoğun kullanım, kuş göç yollarına etkisi nedeniyle doğal yaşama olumsuz yansıyabilir.

Bu yenilenebilir enerji türü, kırsal yörelerde münferit tüketim için gerçekten temizdir. Öte yandan, yurdun hemen hemen her yanında enterkonnekte sisteme satmak için verilmekte olan lisanslarda hiç dikkate alınmayan yoğunluk ölçütleri, İstanbul-Çamlıcadaki anten kirliliğini hatırlatan, örneğin Çeşme-Alaçatıdaki gibi rüzgar kuleleri görüntüsüne yol açmıştır. Umarız bu görüntüler yetkililerde zaman içinde bir peyzaj bilinçliliği yaratır! EPDK’ya yapılmış olan toplam 78 000 MW kurulu güç başvurusu olumlu yanıtlanırsa, dağ taş bu kulelerle dolacaktır. Ülkemizin mevcut toplam kapasitesinin (hidro, termik gibi tüm kurulu güç dahil) 41 000 MW olduğu dikkate alındığında, belirtilen başvurulardaki abartı ortaya çıkmaktadır.

Rüzgar teknolojisindeki ilerlemeler verimliliği artırmaktadır. Türbinler rüzgar yönüne göre dönebilmekte; fırtınada kendiliğinden durmaktadır. Sistemde, rüzgarın hareket verdiği türbinin (pervanenin) çevirdiği şaft, kulenin tabanında bulunan jeneratörün rotorunu stator içerisinde döndürerek elektrik alanı yaratır.

Akarsu: İnşaat dönemi kirliliği ve işletme döneminde doğal sucul yaşama olumsuz etkileri nedeniyle ‘Temiz enerji’ olmaktan çıkabilir. Aşırı kullanım, akarsu yataklarına ‘can suyunu’ bile esirgemekte; dolayısıyla ekolojik dengeyi olumsuz etkilemektedir. Bu etkilerin insana zararları uzun erimde ortaya çıkmaktadır.

Akarsulardan yenilenebilir enerji kapsamında çevre ve doğa koruma adına yararlanmak çelişkili bir kavramdır. Ekolojik denge gözetilmeden yapılacak bu tür santrallerle doğa büyük ölçüde değiştirildiği için eko-sistem ve tarihi çevre zarar görmektedir. Bazı bölgelerimizin karakteristik etkinlikleri, küçük ve geçici yararlara feda edilmektedir. Örneğin, Çoruh Havzamızda dünya çapındaki nehir kanosu olanağı ile havzanın mikro klima özelliğinin ürünü olan zeytin gibi özgün türler, Çoruh Nehrinin %100 regülasyonu ile birlikte ortadan kalkacaktır.

Biyo-kütle, Biyo-yakıt: Atmosferdeki gazların belli bir oranda bulunması, canlı yaşamının dayanağıdır. Bitkiler büyürken, fotosentez sırasında atmosferden aldıkları karbondioksitin karbonunu bünyelerinde biriktirerek biyo-kütleyi oluşturur; oksijeni dışarıya verir. Bitkiler yakıldığında ise CO2 yeniden atmosfere verilir. Bu nedenle, biyo-kütle yakılmasına “sürdürülebilir biyo-kütle enerjisi kullanımı” adı veriliyor. Bilim, yenilenebilirlik adına, tarımsal arazileri hızlı büyüyen, normalden çok karbon depolayan ürün çeşitleri ile enerji ormanlarına dönüştürerek, biyo-kütle üretimi için kullanabilmenin yollarını araştırıyor.

Milyarlarca insanın aç yattığı dünyamızın hor kullanılan topraklarında tarımsal ürün önceliği sürmelidir. Hızlı büyüyen bitkilerle enerji ormanları oluşturmak yoluyla biyo-kütle yaratmak düşüncesi, yerini bitki değil, bitkisel atıkları bu amaçla değerlendirmeye bırakmalıdır. Sadece tarım alanı açısından değil, doğal biyoçeşitliliği muhafaza bakımından da, enerji ormanı düşüncesi ekolojik sakıncaları içermektedir. Biyo-kütle yerine, yer seçimi ve teknolojisi uygun olan termik santrallerde eşdeğer fosil yakıt yakılması, bu bağlamda belki de daha çevrecidir.

Hayvansal ve bitkisel atıkların çürümesiyle oluşan tehlikeli ve çevreye zararlı olabilecek metan gazını da yakarak enerji elde etmek mümkündür. Türkiye’de bazı belediyeler özellikle vahşi katı atık depolama alanlarında açığa çıkan metan gazından elektrik üretiyor. Açılan kuyulardan borularla enerji üretim tesisine pompalanan metan gazının yakılmasıyla çalıştırılan motor vasıtasıyla üretim gerçekleşiyor. İstanbul Kemerburgaz Çöplüğü’nde ve Bursa’da başlayan çöpten enerji üretiminin yanı sıra Ankara’daki Mamak ve Sincan çöplüklerinde de yakın gelecekte üretime başlanması planlanıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Tuzla’daki Biyolojik Atıksu tesisinden çıkan çamurdan da biyogaz ve elektrik elde ediyor. Ankara ve Konya’daki atık su arıtma tesisleri, metan gazından ürettikleri elektrikle iç gereksinimlerinin önemli bir bölümünü karşılayabilmektedir.

Güneş: Atmosfer olayları nedeniyle süreksizlik içerdiği için güvenilir değildir. Doğrudan kullanım yönteminde, yansıtma teknikleri ile güneş ışınları odaklanarak yüksek ısılar elde edilir. Çocukluğumuzda büyüteçle kağıt yaktığımızı hatırlayın! Kuzey ülkelerinde bile bu yöntemle 130 0C sıcaklık sağlanarak mekan ısıtmalarında kullanılan su buharı yaratılabilmektedir.

Güneşten elektrik üretmek için yarı iletken malzemelerin özelliğinden yararlanılıyor. Güneşten gelen ışınımın (radyasyonun) enerjisi, bir yarı iletken tabakasında gevşekçe bağlı olan elektronları serbestleştiriyor. İkinci bir yarı iletken tabakasıyla oluşturulan gerilim farkı, serbestleşen elektronları hareketlendiriyor. İki yarı iletken tabakanın dışına kablo bağlanarak elektronların geçişi sağlanınca, bu gerilimden elektrik üretilebiliyor. Binaların yüzeylerine ve çatısına monte edilen güneş pili modülleriyle bir evin elektrik gereksinimi karşılanabiliyor.

Bu sistem tüketici için ekonomik olmasa da, kullanım arttıkça maliyet düşüyor. Fotovoltaik sistem olarak adlandırılan güneş pilleri modülleri, Türkiye’de çok az da olsa evlerde, telefon kuruluşlarının aktarıcı istasyonlarında kullanılıyor.

Deniz (dalga, akıntı, gelgit): Su yüzeyi tesisi yapımı içermesi nedeniyle, bu enerji üretim türünün denizsel yaşama olumsuz etkisi söz konusudur.

Dalga: Okyanus veya denizler gibi büyük su kütlelerinde meydana gelen dalgaların enerjisinden yararlanılabilmektir. Üretilmesindeki başlıca zorluklar, dalgaların yüksek gücüne karşın düşük

hızlarda ve farklı yönlerde hareket etmesi, en güçlü fırtınalara ve tuzlu suyun neden olacağı paslanmaya dayanabilecek yapıların yüksek maliyeti ile kurulum ve bakım giderlerinin yüksekliğidir. Dalga enerjisinin kökeninde rüzgar enerjisi yatmaktadır. Marmara dışında 8210 km’yi bulan açık deniz kıyılarımızda her noktada bu tür tesislerin kurulması deniz trafiği, turizm, balıkçılık, kıyı tesisleri vb. nedenlerle olanaklı değildir.

Akıntı: Belirli bölgelerde, özellikle denizleri bağlayan boğazlarda kot farkının yarattığı akıntılar süreklidir. Bu potansiyel, önemli bir enerji kaynağıdır. Karadeniz ile Marmara arasında 50 cm olan kot farkı, İstanbul Boğazı’nda KuzeyGüney doğrultusunda üst akıntı yaratmaktadır. Girişimci yaratıcılığı, deniz trafiğine engel olmadan bu enerjiden yararlanabilmek konusunda ne bekliyor?

Gelgit: Gel-git hareketinden yararlanmak için, uygun koyların ağzının bir barajla kapatılarak kabarma sırasında gelen suyun tutulması, çekilme sonrasında da yükseklik farkından yararlanılarak türbinler aracılığı ile elektrik üretilmesi hedeflenir. Sahillerin okyanusa açık olması gerekmektedir. Bu nedenle, gelgit enerjisi Türkiye açısından uygun olmayacaktır.

Jeotermal: Yeraltında magmadan gelen sıcaklıkla ısınan yeraltı suları (özellikle deprem bölgelerinde) yeryüzüne çıkmaktadır. Doğrudan ısıtma için çok uygun olan bu sistemin yenilenebilir olması için, kullanılan suyun -doğal besleme yetersiz kaldığı takdirde- yeraltı suyuna geri gönderilmesi gerekir. Taşıdığı kireç nedeniyle şebeke içinde dolaşıma genellikle uygun olmadığından, ısıtma tasarımlarında, termal su başka bir su şebekesini ısıtarak kaynağına yeniden iletilir.

Bu kaynaktan elektrik üretimi de jeotermal buharın gücüyle yapılıyor. Türkiye’de Denizli, Kütahya ve Aliağa gibi bölgelerde, jeotermal enerji kaynaklarından doğrudan konut ısıtma ile birlikte elektrik üretimi de gerçekleştirilebiliyor. Jeotermal enerji kaynaklarımızdan günümüzde 20 MW elektrik üretiliyor. 2010 yılında 500 MW, 2020 yılında 1000 MW kapasite planlanmaktadır. 2000 yılında 51 600 konut ısıtılırken, 2010 yılında 500 000, 2020 yılında ise 1 250 000 konut ısıtılabilecektir.

Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun Yenilenebilir Enerjiye İlişkin Mevzuatın Temeli, 2005 yılında kabul edilmiş olan “Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanundur”. Belirtilen yasanın amaç, kapsam, kaynak alanları ve arazi ihtiyacına ilişkin maddeleri aşağıda verilmektedir.

Amaç
MADDE 1. Bu Kanunun amacı; yenilenebilir enerji kaynaklarının elektrik enerjisi üretimi amaçlı kullanımının yaygınlaştırılması, bu kaynakların güvenilir, ekonomik ve kaliteli biçimde ekonomiye kazandırılması, kaynak çeşitliliğinin artırılması, sera gazı emisyonlarının azaltılması, atıkların değerlendirilmesi, çevrenin korunması ve bu amaçların gerçekleştirilmesinde ihtiyaç duyulan imalat sektörünün geliştirilmesidir.

Kapsam
MADDE 2. Bu Kanun; yenilenebilir enerji kaynak alanlarının korunması, bu kaynaklardan elde edilen elektrik enerjisinin belgelendirilmesi ve bu kaynakların kullanımına ilişkin usul ve esasları kapsar.

Kaynak alanlarının belirlenmesi, korunması ve kullanılması
MADDE 4. Bu Kanunun yürürlük tarihinden sonra Kamu veya Hazine arazilerinde yenilenebilir enerji kaynak alanlarının kullanımını ve verimliliğini etkileyici imar planları düzenlenemez. Elektrik enerjisi üretimine yönelik jeotermal kaynak alanlarının belirlenmesi, korunması ve kullanılmasına ilişkin usul ve esaslar yönetmelikle düzenlenir.

Arazi ihtiyacına ilişkin uygulamalar
MADDE 8. Orman vasıflı olan veya Hazinenin özel mülkiyetinde ya da devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmazlardan bu Kanun kapsamındaki yenilenebilir enerji kaynaklarından elektrik enerjisi üretimi yapılmak amacıyla tesis, ulaşım yolları ve şebekeye bağlantı noktasına kadarki enerji nakil hattı için kullanılacak olanlar hakkında Çevre ve Orman Bakanlığı veya Maliye Bakanlığı tarafından bedeli karşılığında izin verilir, kiralama yapılır, irtifak hakkı tesis edilir veya kullanma izni verilir.

Girişimcilerden beklenen, yasadaki amacın ruhuna uygun davranarak eko-sistem, biyo-çeşitlilik ve peyzajın gerçekten gözetildiği uygulamaları düşünmeleridir. Yenilenebilir enerji, Kamu yararına bir değişim olduğu ve özellikle fosil yakıt kullanımını azaltacağı için yeni icatlara da açık bir kavramdır. İzleyen bölümde böyle bir icat, yaratıcılık peşindeki gerçek girişimcilerin kullanımına sunulmaktadır.

Dalyan’da Yenilenebilir Enerji Projesi
Bir özel çevre koruma bölgesi olan Dalyan, Köyceğiz Gölünü denize bağlayan doğal kanaldır. Bine yakın tekne, doğal ve tarihi peyzaj özelliği ile dünya çapında ünlü olan kanalda turizm amaçlı çalışmaktadır. Hava, tekne atık suları ve gürültü kirliliği, yörede önemli bir sorun olmaya başlamıştır. Tur teknelerinden kaynaklanan fosil yakıta bağlı kirliliğe karşı, bir yapımcı tarafından önerilen güneş enerjili tekne kullanımı, tekne dönüşüm maliyetinin yüksekliği nedeniyle değerlendirilememektedir.

‘Güneş enerjili tekne’ projesinde maliyeti yüksek tutan unsur, her teknenin bir Güneş santrali olarak tasarlanıp tadil edilmesi zorunluluğudur. Bu engeli aşmanın yolu, merkezi bir güneş santralinin kuruluşu ile, teknelerin bu santralden şarj edilmesi biçiminde olabilir. Sözü edilen bu yöntemde, teknelere düşen külfet sadece motor değişikliğidir. Bölgenin yönetiminden sorumlu olan Özel Çevre Koruma Kurumu, böyle bir temiz enerji projesinde teknelerin dönüşümünde mutlaka gerekli idari desteği verecektir.

Dalyan kanalında yüzlerce tekneye hizmet verecek merkezi güneş enerjisi tesisi düşüncesi aşırı iddialı gelebilir. O nedenle bu düşüncenin teorik temellerinin sağlam olması gerekmektedir. Ayrıca, ülkemiz için bir ilk olması bakımından, bu tesise bir başka destek birimi daha önerilmektedir:

Bir bütünleşik tasarım olan destek birimi, önerilen santralin Güneş enerjisi depolayamayacağı ve trafiğin olmadığı gece saatlerinde devreye girecektir. Destek birimi, Dalyan Kanalının denizle birleşim bölgesindeki akıntı enerjisini kullanacaktır. Akıntının çevireceği yüzey türbinlerine bağlı şaftın üreteçte yaratacağı elektrik alanı, destek biriminin esasını oluşturmaktadır. Bu düşüncenin gerçekleşebilmesi için, öncelikle, yaratılan akıntı kaynaklı gücün depolanabilme olanağı incelenmelidir.

Sonuç
Elektriğinin yarıdan fazlası ithal doğal gaza bağımlı olduğu için hiç umulmadık zamanlarda enerji sorunu yaşaması kaçınılmaz olan ülkemizde, soruna çevre ve doğa duyarlılığı ile sürdürülebilir çözüm aranmasının öncülüğünü Kamu Kuruluşları yapmalıdır. Yenilenebilir enerjinin ticarete açılmasıyla birlikte, amaçlanan çevre yararının sağlanması, önerilen tasarımların çok sıkı bir biçimde denetlenmesinden geçmektedir. Basit kazanç hesapları, yapılabilirliğin temel unsuru olan toplumsal yarar ile toplumsal maliyet mukayesesinin önüne geçmemelidir.

©Yapı Dünyası Dergisi 2009 Sayı: 157 de yayımlanmıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir