Yapı, Yerçekimi ve Deprem

Yapı, Yerçekimi ve Deprem

Cihat UYSAL, Mimar Y. Mühendis

İlk insan yaşamını sürdürebilmek için diğer bazı canlılar gibi mağara ve ağaçları kullandı. Ardından tarım devrimi ile başlayan yapılaşma bizi bugüne getirdi. Bu süreçte yapıların biçimlenmesinde yerçekimi belirleyici oldu. Tarihin en eski yerleşimleri olarak bilinen Eski Mezopotamya ve Mısır’daki yapıların geometrisini yerçekimi belirledi. O nedenle, yapı tarihini yerçekimine karşı çözüm aramanın tarihi olarak özetleyebiliriz. İlk yapılan ve duvarı düşey yapmaya yarayan yapı gerecinin çekül (şakül) olduğu bunu gösteriyor. Kemer, tonoz ve kubbe yapılmasının ise, yerçekimi sorununu aşmakta kullanılan ilk yapım tekniği çözümleri olduğu söylenebilir. Böylece, antik dönemin taş yapılarında kullanılan taş lentoların pabucunun dama atıldığı, sonuçları orta çağa hatta günümüze uzanan yeni bir çağ başladı; yapıların içi güneş ışığı ile aydınlandı. Yapı teknik ve teknolojisinde, sonuçlarını bütün yapılarda gördüğümüz bu gelişmeye devrim demek doğru olur. Özellikle, günümüzdeki cami, kilise gibi dini yapılar bu devrimin sonucunda biçimlenmiştir. Yerçekiminin kütle çekimi demek olduğu, çok sonraları, 17. Yüzyıl’da Newton tarafından açıklandı. Oysa, 17. Yüzyıl’a kadar yeryüzü bugün adına yedi harika benzeri adlarla anılan yapılarla donanmıştı. O nedenle, tarihte deneyciliğin öncüsü yapı tasarlayan ve üreten insanları unutmamalıyız. Yapı yapmanın sorumluluğunu tanımlamak için Hammurabi Yasaları’nın öngörülmesi, toplumlarda yapı yapmanın önemini ortaya koyuyor.

Özellikle, ülkemizde hızlı kentleşme döneminde üretilen yapılara alıcı gözle bakacak olursak, yerçekiminin neyin nesi olduğunu öğrendiğimizi söylemek zor. Ülkemizin deprem kuşakları üzerinde olmasının bize kazandırdığı bir farkındalık yok. Kaldı ki, yerçekimi bilinmeden deprem anlaşılamaz. Depremin ölçülmesinde kullanılan sismograf ise, yukarıda görüldüğü gibi prensip olarak deprem sırasında çekül salınımını kağıda çizen bir aygıttır. Deprem, yapıların ayakta durmasını sağlamak için bilinmesi, sorunlarının aşılması gereken en önemli etkendir.

Kırsal kesimden kontrolsuz ve plansız göç sonucu kent(?)lerimizde meydana gelen yapılaşma, insanları kırsal kesimden alelacele “başını sokacak bir kondu” yapmaya sürükledi. Bu yapılar göz göre göre çok katlı yapılara dönüştü ve kullanım izni verilerek düzeltilemez yerleşimler oluştu. Kırsal kesimin geleneksel yapı yapma birikiminin işe yaramadığı yeni koşullar, baştankara bir yapılaşma ile kentlerin yarısını kapladı.

Tarihte yapılan Piramit, Zigurrat, duvar, kemer, kubbe gibi basınca çalışan karakterdeki yapılar teknik ve teknolojinin gelişmesiyle değişti. Ülkemizde eski yapı sistemleri ile yapı tasarımı ve uygulaması varlığını sürdürüyor. Bu durumun ülkemizde yapı tasarımında belirleyici olması, gelişmeye direnen bir eğitim, bilim ve teknoloji ağırlıklı bir ülke olduğumuzun göstergesi. Kaldı ki, eski teknik ve teknolojilerini de yeterince bildiğimiz, iyileştirdiğimiz, geliştirdiğimiz söylenemez. Örneğin, yerine ne koyacağımızı düşünmeden sorgusuz sualsiz sıvayı ortadan kaldırmamız, sorunlarını bilmeden çıplak beton yüzeye geçmemiz… benzeri tasarım kararları bunun göstergesi.

Basınç kuvvetinin belirlediği yapılar yerine çekme, moment gibi kavramların yapılarda öncelikle yer alması, başta çelik olmak üzere yeni malzemelerin kullanıma girmesiyle başladı. O nedenle, daha ileri bir altyapı gerektiren, daha ekonomik, hafif ve kullanışlı yapım teknikleri geliştirildi. Ülkemizde bu değişimin taşıyıcı sistemlerin tasarımında artarak tercih edilmesini son yıllarda görüyoruz. Asma, germe ve kabuk gibi yapılar ise parmakla sayılacak kadar azınlıkta. Kaldı ki, gergi ile oluşturulan bulutsu adı önerilen tensegrity gibi yeni arayışlardan kamunun yapı örgütlerinin neredeyse haberi yok. Çünkü ülkemizde kamu yapılarının yıllardır kamu denetiminde sürdürülmesine karşın, yapı teknik ve teknolojilerini geliştirecek bir temelin oluşturulması hedeflenmedi. Eğitim ve öğrenim kuruluşları ve diğer yapı sektörüne destek vermesi gereken kurumlar da bu sürece katkıda bulunmadı.

Yurtdışında yapı yapmaya girişen taahhüt şirketlerimizin ve çalışan insanlarımızın bilgi, deneyim birikimi iyi değerlendirilmelidir.  Örneğin, yurtdışında çalışan teknik elemanların görgü ve birikimi ülkemizde gerçekleştirilen yeni yapılarda kendini gösteriyor. Öte yandan, bugüne kadar ağırlıklı olarak kamunun ihtiyaçlarına göre yapılanmış mühendislik, tasarım ve yapım şirketlerinin dünyadaki gelişmelerin gerisinde kalması eğitimi de beraberinde zayıflatmıştır. Bu koşullarda çok sayıda eğitim kuruluşu açılması da iyi olmamıştır.

Yapının ileri yapım teknik ve teknolojileri ile yapılması için önümüzdeki sorun budur. Bugün uygulanmakta olan teknik ve teknolojik altyapının gelişmiş ölçütlere göre tamamının yeniden ele alınması gerekmektedir. Bu amaçla, eldeki mevcut küçümsenmeyecek büyüklükteki birikim değerlendirilebilir ve yapı uygulamaları geliştirilebilir. Diğer yandan, TOKİ konutlarının yapım tekniğini de kapsayacak biçimde, kullanılan mevcut yapı sistemlerinin sorunları, teknik ve teknolojilerinin uzun vadeli enstitü benzeri bir örgütlenme ile incelenmelidir. Daha önce kurulan Yapı Araştırma Enstitüsü, eğitim kurumları uygulama birikiminden ve gelişmelerden uzak olduğu için, bu işlevi yerine getiremedi. Oysa, enstitüler uygulama alanının laboratuarlarıdır ve kurulması zorunludur. Dünyada sürdürülen teknolojik gelişmelerin de özümsenmesi için gerekli altyapının kurulması ülkemizde sürdürülen yanlışları anlamamızı ve hataların giderilmesini kolaylaştıracaktır. Depremle ilgili olarak, yeni inşaat ve güçlendirme koşulları yeniden ele alınmalıdır. Giderek yaygınlaşan çok katlı yapıların tasarım ve uygulanmasında mesnetler ve kullanım sürecinde yapı sağlığının izlenmesi gibi yeni gündeme gelen konularda bilgilerin kurumlar eliyle bilgi paylaşımı yapılması, denetlenmesi sağlanmalıdır.

©Yapı Dünyası Dergisi 2016

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir